13 Temmuz 2011 Çarşamba

Çelişkilere Övgü / Bir Tuhaf Tatil III

Evet. Ben ne zaman Foucault, Spinoza, Nietzsche, Hegel'i içine alan bir cümle görsem irkiliyorum. Bazen acıdan, bazen yutkunmakta zorluk çekeceğimi bildiğim için, bazen cesaret edemeyişlerime kızarak bir sigara yakıyorum. Şimdi yaptığım gibi. 

Bu giriş yazısından "korkak" olduğum sonucuna varma hemen, sevgili okur! Hepimizin yüzleşmeye yüzünün olmadığı bir dünya var. Her neyse. 

Bu yazı senin için! Belki biliyorsun Galeno'nun anlattığı bu masalı, belki beğenmeyeceksin bile. Ama aklıma düştün işte. Ki akla düşmek ağır iştir.




"Ahmak bellek, kendi kendini trajik bir nakarat gibi yineleyip durur. Oysa hayat dolu bellek, her gün yeniden doğar: Geçmişten kaynaklansa da geçmişin kesin karşısındadır. Alman dilinin tüm sözcükleri arasında Hegel'in en sevdiği aufheben sözcüğüydü. Aufheben aynı zaman da hem "saklamak" hem de "silmek" anlamına gelir ve böylelikle, ölürken doğan, yıkarken kuran insan tarihine saygılar sunar."


Edit petit: Başka da yazmam artık Galeano'dan. Can, telif isterse şaşırmayalım, hep birlikte para toplayalım, icralık olmayalım. Hem anlatacak güzel filmler, güneşli zamanlarda dinlenecek şarkılar var sırada!

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Kızılderililer / Bir Tuhaf Tatil II

Kucaklaşmanın Kitabı'nı okumadım, içime çektim. Kafamda onlarca soru işareti bırakıp, kalbime Galeano için aşkla filizlenen bir tohum atarak bitti kitap. Daha fazla yazmayı düşünmüyordum. Ama işte.. beenmaya.. Bekliyormuş. Bekletmek olmaz! Buyur oku bakalım, bu senin için..



"Ruth Benedict'in anlattığına göre Vancouver Adası'ndaki Kızılderililer prenslerinin büyüklüğünü değerlendirmek amacıyla yarışmalar düzenlerlermiş. Rakipler yarışmaya, sahip oldukları her şeyi ortadan kaldırarak katılırlarmış. Kanolarını, balık yağlarını, somon yumurtalarını ateşe atar, pelerinleriyle kap kacaklarını yüksek bir tepeden denize fırlatırlarmış.

Her şeyi en önce elden çıkaran kazanırmış."

5 Temmuz 2011 Salı

Unutuş / Bir Tuhaf Tatil

Süreli aşklar, koşup koşup yorulmalar, soğuk bira içip göbek ovuşturmalar, kumsalda ağlamalar zamanı. Yaz geldi canım okur. Çok bekletti ama geldi sonunda. Sevinçleriyle, boş zamanlarıyla, güneşiyle, kumuyla, umuduyla tuttu elimden.

Daha önce hiç gelmediğim ve belki de ömrüm boyunca bi'daha hiç gelmeyeceğim minik bi cafeden yazıyorum sana bunları. Klavyesi tozlu, masası pis. Olsun bizim umudumuz var! Süveter insanlarını ardımızda bıraktık, bi'kaç günlüğüne tenefüse çıktık. Ben ve içimdeki tüm nosta'lar. Üç-beş aşk filmi ve tuhaf romanlar aldım yanıma. Okurum / izlerim sonra sana anlatırım telaşıyla. Çok sevdim Kucaklaşmanın Kitabı'nı. Ne de olsa Ankara Hatırası. Bir şehirde, sana kitap hediye edecek bir dostun varsa, o şehirde rahat nefes alabilirsin ey insan. Ancak o şehir kurtarır, o kitap tutar elinden. Ancak böylesi mümkündür kurtuluşun.

Minik anlatıların arasından ilk bu girdi gözüme. Pek beğendim. Bunu oku, diğerleri yoldadır.



 "Louise Erdrich'in bir romanını okuyorum.
Romanın bir yerinde bir büyük dede, büyük torunuyla karşılaşıyor. Büyük dede tam anlamıyla bunamıştır (düşünceleri su rengindeydi)  ve tıpkı büyük torununun yeni doğmuş bebeyi gibi mutlu ve nurlu bir ifadeyle gülümser. Dede, anılarını yitirdiği için, torununun torunu da henüz hiçbir anısı olmadığı için mutludur. Sanırım kusursuz mutluluk budur. Benden ırak olsun."

Kucaklaşmanın Kitabı
Eduarda Galeano / Can Yayınları
Related Posts with Thumbnails