23 Şubat 2011 Çarşamba

Hayat Bilgisi / Ders: 1 / Silhouette Kimdir, Nedir?

Etienne de Silhouette
Fransa Maliye Bakanlığı Genel Müfettişi
İsmi birkaç çizgiyle anılan resim üslubuna verildi.

Ummadığın anlarda seni gülümseten, heyecandan kalbini durduracak gibi hissettiren olaylar gelir bazen başına. Bu baş ki, çok alışkın değil böyle güzel anlara ey insan! Ancak böyle şeyler sevindiriyor beni, bunlar ikna ediyor yaşamaya. Yoksa bilen bilir, pek hevesli değilim hani. Bir kitap geçti elime. Tesadüfen. Öyle güzel, öyle "saf" şeyler yazıyor ki içinde. Gözlerime kan otursa okumaktan, elimden bırakmam. Birkaç tanesini pek bi sevdim. Herkesler bilsin istedim. Acı, alay, öfke yüzyıllar sonra "sanat" oluyor, öyle alıyor öfkesini dünyadan. Yaratıcısının adı siliniyor, Silüet kalıyor geriye.

Gör ey okur! Silhouette denen bir insan yaşamış vakt-i zamanında, var olmuş, uğraşmış, ölümsüzlüğü kazanmış! Adını duydun elbet, ama bilmiyorsun kim olduğunu. "Bilsem ne değişecek ki" deme, böyle böyle değişecek dünya!

"Pek ciddi bir adam olan Etienne de Silhouette, Fransa Maliyesi'nde ancak birkaç ay kalabildi. Emekli aylıklarını indirmek ve soyluların topraklarından vergi almak isteyince şimşekleri üzerine çekti. Soylu kişiler  günlerce, "Silhouette tipi elbise" dedikleri, dapdaracık ve son derece basit elbiseler giyerek genel müfettişi protesto etmek suretiyle öçlerini aldılar. Bununla kalmadılar, geceyarısı karanlık çöktükten sonra Paris sokaklarının duvarlarını daha sonra profilden yapılan ve modelini bir ana çizgiyle gösteren "Silhouette üslûbu portre" denilecek olan çizimlerle doldurdular. Tüm bu alay ve aşağılanmalardan sonra Etienne de Silhouette'e ortadan kaybolmak kaldı. Sadece kürkler ve kahve üzerinden vergi almakla yetindi. Fakat ismi, birkaç çizgiyle çırpıştılan, boyutları ve uzun boylu derinliği, ayrıntıları olmayan insan resimlerini belirten bir kelime olarak kaldı."


Bir noktada yanılıyor bunları yazan kitap, sadece bir kelime olarak kaldığı koca bir yanılgı. Eğer öyle olsaydı, bu kalp böyle çarpmazdı!


Hayat Bilgisi dersleri devam edecek. Yoklama alan, gıcıklık yapan, mızmız bir örtmenim ben ey okur! Hayat Bilgisi'nden kalan hiçbi dersten geçemez. Bu böylece biline!

22 Şubat 2011 Salı

Her Şeye Rağmen İncir Reçeli Güzeldir


İçinde incir ve nar geçen her söz, her şarkı, her kitap, her şiir, her film kafadan +1'le başlıyor bende. Gereksiz bir iltifat belki bu dünyaya sunduğum. Ama hepimizin "hayır" demekte zorlandığı bi'şeyler vardır sevgili okur. Benim "hayır"larım incir ve nar da evet'e dönüşüyor.

İncir Reçeli, kurgusuyla, konusuyla, şarkılarıyla ve hatta sonuyla gerçek bir türk filmi. Yeşilçam kuşağının umutsuzluğa endeksli aşk filmlerine bayılan, hemen hemen hepsinde ağlayan bir nosta olarak, bu filmde ağlamadığımı söylemeliyim. İncirin güzel  hatrına izlediğim bu acıklı aşk filmini yine de beğendim. Sonunu baştan tahmin edebilmek, sahiden imkansız bir aşkı izlemek çoğu zaman sıkıcıdır lakin bu defa öyle olmadı. Ruha Dokunan Filmler kategorisine girmeyi başaramasa da Halil Sezai Paracıklıoğlu'nun aşktan ve çaresizlikten deliye dönmüş adam rolünü gayet başarıyla kesmesi güzeldi. Şarkıları, kendine has umutsuzluğu, "sevişmeden aşk olur mu?" sorusuna verdiği cevap, post-itleri, renkli kalemleri, ölümsüzlük arayışı, her fırsatta umutla, unutma hevesiyle tokuşturulan kadehler, pişmanlıkla yakılan sigaralar yine de güzeldi. Aklına eserse gitmemezlik etme diye yazıyorum bunları sevgili okur. Hiç değilse İncir'in hatrına..

20 Şubat 2011 Pazar

Ben İstiyorum ki Asal Sayılar da Mutlu Olsunlar!


Dümyamda insanlar 2'ye ayrılıyor canım okur!

1. Yalnız Büyüyenler
2. Yalnızlığını Büyütenler

La Solitudine dei Numeri Primi dün gece sen uyurken bana üçüncü bir tür gösterdi. "Bak nosta" dedi, "senin sandığın gibi olmayabilir. Her ikisini yapan minik kız çocukları da var, sırlarını içinde büyüten erkekler de."

Uzun zamandır okuma telaşındaydım aslına bakarsan Asal Sayıların Yalnızlığı'nı. Bi türlü olmadı. Hep bi'şeyler girdi araya, başka başka kitaplar çeldi aklımı. Bi baktım filmi çıkmış, izlememek, merakı merakta bırakmak olmaz şimdi. Başladım seyretmeye. Beyazperdede gördüklerim çoğu zaman şaşırtır beni. Hâlâ şaşırabilen neslin son temsilcilerindenim galba. Konuyu çok fazla dağıtmadan ve yine senin hevesini kaçırmadan bi iki kelam edeyim, kaçayım.

Alice ( ah ahh!) ve Mattia, kendilerini büyüten iki minik insan yavrusu. Alice'in başı babasıyla dertte. Mattia ise zoraki "abi" yapılmış, ufacık omuzlarına yüklenmiş kızkardeşinin tüm sorumluluğu. Arkadaşının doğumgününe kardeşi olmadan, tek başına gidebilmek ne büyük bir mucize onun için. Ama hayatta mucizelere yer yok sevgili okur.. Gel zaman geç zaman, bu iki çocuğun yolları keşişir. Sen de bilirsin çocukluğunun matematik derslerinden, asal sayılar yalnızca 1'e ve kendilerine bölünebilirler. Onlar da tıpkı öyle. -Kitabın isminde yazarın fizikçi olmasının etkisi büyük sanırım.- Yalnızlıklarıyla, sırlarıyla büyürler, aşık olduklarını kendilerinden gizleyerek, diğer tüm insanlardan gizlenerek büyürler. Büyümek deva değildir lakin geçmişe. Aksine, büyüdükçe, büyür yara.

nosta sevdi bu filmi ey insan! Belki, bi umut sen de seversin!


nosta notu: Kavuştukları vakit mutlu olmaları gerekmez miydi bu ikilinin?! Neyin nesi ki içimizde bizimle birlikte büyüyen bu hüzün?!

18 Şubat 2011 Cuma

Eski, Yeni, Ödünç Alınmış ve Mavi *



"Mavi Kadife"yi niye unutamadığını hatırla
simsiyah bir şiirdir baştan sona ve hâlâ
maviliği şairler ve budalalar içindir."

Benim hastalıklı zihnimde sinema dünyası tam ortadan ikiye ayrılmış vaziyette sevgili okur! Bir taraf "hadi bi film yapalım da nosta'yı mutlu edelim, ayaklarını yerden keselim!" diye çıldırıyor, bir taraf  "öyle bir film yapalım ki şu nosta'nın aklı başından gitsin, mutsuzluğun dibine vursun, öyle sağlam bassın ki ayakları yere gerçek neymiş görsün!" diye paralıyor kendini. Yukarıda afişlerini gördüğün bu pek güzide film, ikinci grup tarafından avuçlarıma bırakılmış aşk üzerine film. Dikkatini topla ey okur! Bir aşk filmi demedim. Aşk üzerine bir film dedim. Üzerime çöken bu karaltının müsebbibi, uykusuz geçen dört gecenin tek sebebi, geleceğin kendimce boyadığım mutlu renklerini hiç çekinmeden, zerrece düşünmeden silip atan film, Blue Valentine..


Dean ve Cindy birbirlerini seven mutlu bir aile -gibi duruyor- Ama gerçek denen o tek dişi kalmış canavar, tüm kötü nefesini üflüyor onların üzerine. Acımadan, ki sen de bilirsin okur, gerçekler acıdır. Bu çiftin mutsuz olmalarının en büyük nedeni belki de o kötü tesadüftü. Belki de hiç yola çıkmamaları lazımdı, belki Gelecek Odası'na gitmeselerdi olmazdı bişey yıllarca sabırla sakladıkları aşklarına, Aşk Körfezi'ni seçmelilerdi belki.. Lakin geçmişin yüzümüze tuttuğu o aynadan  kaçış yok! O ayna ki, tüm olup biteni yeniden yeniden, defalarca yeniden seriverir önümüze. Geleceğe  tek bir adım atabilsek kurtuluşa ereriz ermesine de o aynayı görmüşüzdür bir kere. Bir kalem olur bazen, bazen bir minik bir kağıt parçası, şarkı olur kimi zaman, kimi zaman da yıllarca kaçtığın, kaçarak unuttum sandığın o yüzün ta kendisi. Cindy gördü o yüzü.. Ve işte o an Dean için çok geçti.

Ahh canım Dean! Bundan böyle yaktığım her sigaranın nefesi birazcık da sensin!

*Haydar Ergülen şiiri / Natasha Arthy'nin 2003 yapımı filmi (Se til venstre, der er en svensker)

16 Şubat 2011 Çarşamba

Şarkı Bundan, Keder Bundan, Sır Bundan




90'lar. Hani o içimize işleyen, hatta içimiz olan, özlemle ve çoğu zaman acıyla andığımız, geri döndürmenin imkansız olduğu yıllar. Yaşamış olmamın sevinci değil, zamanı geri döndüremeyişimin hüznüyle anımsıyorum ilkgençlik çağlarımın o büyülü yıllarını, sevgili okur..

Gençlik çağımın şarkıları.. Anılarla, çocukluk denen tarifi güç o tuhaf halle, şarkılarla birleşince hayattan umut etmeye çekinen, hatta samimiyetsiz kahkalarla hayatın kıçını yalamaktansa evinde sessizce oturup yas tutan, bir garip nosta oluyorum.

Bir kadın, 90'larda, minik bir başka kadının, serçe kadar minik bir başka kadının programına misafir geliyor. Heyecanlı, hevesli, aşkla tıka basa yüklü bu kadının sesi çok başka. O zamanın Yıldız Tilbe'si bambaşka. "Aldatılmış çocuk yüzleri gibi, kaldım!" derken "Yeter/ Tuzaklar kurma yollarıma!" derken o sesin titremesi 20 yıl sonra benim içimi titretiyor, sigara yaktırıyor, boğazda hiç eksilmeyen o yumruya bir dert daha ekliyor. Nefes almak, yaşamak için, hayatta kalmak adına nefes almak mümkün müdür böyle anlarda?! Biliyorum, çok az kişinin avuçlarında bu sorunun yanıtı.

Adımın anlamıyla yalnız kalmanın zamanıdır şimdi sevgili okur.. O anlam ki, olmasaydı hayat çok "sıkıcı" olurdu..

15 Şubat 2011 Salı

Derin Düşünce No: 4 / Constantin

  • Constantin'in Taksim'ini, Üsküdar'ını, Ortaköy'ünü görmeden şehrime geri döndüysem şunu demek istemişimdir: Benim derdim seninle değil ey şehir! Sokaklarını, camilerini, gecelerini görmek niyetinde değilim, benim derdim Arda ile. O sarı odada herhangi bir sokağında olabileceğimden çok daha mutluydum ben!
  • Onca aydan sonra biraraya geldiğin bir dostla, kaffe içerek ayraç yapmanın keyfi şüphesiz ki tarif edilemez. Özellikle ayraçların üzerinde adın yazıyorsa!
  • Artık benim de kaküllerim var sevgili okur! Hem de Altın Makas Ş.'nin ellerinden çıkma. Özenle, dikkatle, samimiyetle döküldü saçlarım yere. Muhtemel gülüyorlardı, kaderlerine.
  • "Bu iş zor Yonca / Çünkü insanlar yıllar boyunca / Hiç soru sormadan durur.."
  • Constantin'de Edip bi'kez daha el verdi bana, Metin kulaklarıma fısıldadı, Asaf içime içime aktı.
  • Üzerinde gül deseni olan metal yeşil bir kutu, bundan sonra asla üzerinde gül deseni olan metal yeşil bir kutu olamaz. Yaşamak ancak bunları düşündüğümde mümkün sevgili okur..
  • Tesadüflere bi'kez daha şükretmenin zamanıdır bugün. Ya tanışamasaydık?! Ucu ölüme giden bir cümle okuduğunun farkında mısın acaba?!
  • Mutfağında kendi hükümdarlığında gibi özgürce dolaşabildiği, buzdolabı kapılarından korkmadığı, aksine istediğinde o beyaz metal kola korkmadan yapışabildiği bir eve misafirliğe gitmek, sahiden "misafir"liğe gitmek değil, uzaklarda sahibi olduğun o eve geri dönmektir!
  • Bi gün bi yerde yavrucak bi panda hapşurur ve işte o anda ağız dolusu kahkahalar patlar, dünya güzel güzel, sakin sakin döner! Seni mutlu etmek için döner. Şu hayatta gülmekten başının döndüğü geceler vardır ey insan! O geceler ki, yaşanmamış olsalardı hayat bu kadar uzun olmazdı. Bu besbelli!
  • "Biliyorum, bi gün başıma kocaman bir gerçek düşecek ve ben böyle ölücem!" diye yazıyor bir mektupta.
  • Zamanın söz dinlemez olduğuna inanmak neden feci şekilde canımı yakıyor?! sorunun cevabını bilen varsa, kaffeler benden!
  • Bu yaşadığın, büyüsü Ortaçağ'dan sonra bozulmuş dünyada tanış olmaktan mutluluk duyduğum bi'kaç kişiden biri sensin! Bunu okuyan ve "Abart nostaaaağ abart!" diyen sen!

9 Şubat 2011 Çarşamba

Güneşli Günlerin Gücü Adına


Sen bunları okurken, ben dünyaya sığdıramadığım bu başımı, içinden deniz geçen şehre giden otobüsün o kocaman, o soğuk, o nemli camına yaslayıp kim bilir hangi şarkıya eşlik ediyor olacağım sevgili okur?!

Şarkılar bitecek, yollar bitecek ve Arda kollarını açmış bekliyor olacak beni o köprünün altında. Yalnız Arda değil üstelik, Leylâ, Canan, Arzu.. Dünyaya sığmayan kafalar, "nihayet" der gibi sallanmaya başlayacak, dudaklar gülmekten kızarmış, yanaklar acımış, gözler dışarı fırladı fırlayacak!

Fotoğrafta gördüğün "can" simidinin üzerinde "İstanbul" yazıyor olması, ellerimde cam kenarı bir bilet olması, bekleyen bir Arzu olması, her saniyenin hesaplı olması, başlı başına kırmızı şarabın var olması.. Güneşli günlerin gücü adına zaman daha yavaş geçsin u-laaan!

7 Şubat 2011 Pazartesi

Tim Burton Aşkına!

Ellerim, burnum, bacaklarım, gözlerim beni yarı yolda bıraktı sevgili okur! Günlerdir, günlerden habersiz, öylece uyukluyorum. Becerebildiğim tek şey nefes almak ve burnumu silmek için bir mendile uzanmak. Öksürürken çıkardığım o tuhaf sesin dışında günlerdir kendi sesimi duymadım. Bu hareketsizliğe rağmen yaşıyor olmak garip. Ve bu arada son 5 gündür sigara içmiyorum! Yaşlanmaya başladığını kabul et nosta! Poff!

Sigaradan vazgeçebilirim, Burton'dan asla! Konuyu bir şekilde bağlamak zorundayım sevgili okur! Bu birinci dereceden acılar çeken halimle kendimi sana atmamın bir sebebi var. Hexagonall nickli güzel insan, Bir başka güzel insan olan Tim Burton'ın tüm filmlerinin afişlerini kendince yeniden yorumlamış/yapmış. Ben feci beğendim, sen de bak, sen de beğen..








1 Şubat 2011 Salı

Derin Düşünce No: 3 / Bir nevi Eskişehir İzlenimleri


  • Son yıllarını Ege'de geçiren bir insan evladı olarak Eskişehir'in o dehşetli soğuna meftun oldum sevgili okur! Üşümek ne mübarek bir duyguymuş meğersem.
  • Kar gördüm bi'de. 2 sene sonra ilk defa. Doya doya  izledim, film izler baktım durdum kaldırım taşlarına, yol kenarlarına, çatılara! Tuhaf bi sakinlik, sebepsiz bir iyimserlik hasıl oldu içimde. Mutluyum!
  • Kar demişken, "Keder konusuna daha sonra çok defa döneceğiz." s.11
  • Yolculuk yapmayı da ayrı bir özlemişim. Gece yarısı çevrilen taksiler, gün doğmadan şehre varmalar, muavinle sohbete tutuşmalar, dağıtılan kaffenin en ufak bi frenle üste başa dökülmesi. Daha sık olmalı bunlar, çok daha sık!
  • Eskişehir'e gidilir de, kar yağarken Porsuk'a bakarak türk kaffesi içilip, "ey gidi günler ey!" temalı bir sohbet yapılmaz mı sevgili okur? Yapılır elbet. Geçen günlere ah çekilir, rüya zannedilir, bugünle kıyaslanır ve geçmiş, girdiği tüm savaşlardan galip çıkar.
  • Onca yol kat ettikten sonra, Ankara'ya uğrayamamış olmak da canımı sıktı. "Bekle" dedim içimden, şanslıysam bundan sonraki yıllarımı hep seninle geçiririm Ankara!
  • "Bugün hava sıfırın altında on / Seni düşündüm ama inan bu son"
  • Otobüse son anda yetişen, komik şapkalı iri göz kız birden "Batıya gidiyoruz, yaşasın batı!" diye bağırmaya başladı. O kızdan nefret ettim. Biri ona en tez zamanda batının işe yaramazlığını anlatmalı. Lakin anlayabileceği sanmıyorum. Batı derken gözlerinden çıkan ateşten anladım bunu. 
  • Doktorlar'daki Varuna kapanmış, yerine bi kıyafetçi açılmış. Anılarımda yitip gitti mi acaba?!
  • Bu gecelik, belki sadece şu anlık, "Güzel günler bizi bekler" diyesim geliyor sevgili okur! Bunları bana hep kış yaptı.

Related Posts with Thumbnails