27 Aralık 2011 Salı

İki Yaş Günü Arası Mutsuz Olunmaz..


Çok uzun bir zaman geçmedi. Hani halatla ölçmeye kalksak belki bi'kaç metre, pamukla tartmaya kalksak bir kilo demirden daha hafif, zamanla ölçelim desek geçen sene bu zamanlar.

Saçlarımız güneş turuncusu. Benim saçlarım portakal reçelini, Pınar'ın saçları güneşi anımsatıyordu. Buna rağmen mutsuzduk. Ortamızda kocaman, üzerinde "mutlu yıllar" yazan bir pasta duruyordu. Yemeye korkuyorduk. Mutluluk yenmezdi, o sadece yaşanabilirdi. Ne yemeye iştahımız, ne de yaşamaya cesaretimiz vardı. Göz göze gelsek ağlardık. Ben perdelere bakıyordum hep, nasıl bu kadar beyaz kalabildiklerine şaşıyordum. Pınar sehpayı inceliyordu bir antikacı havasında. Belki tozlu yerlerini silmeyi geçiriyordu aklından, belki taşınırken çizilmiş yerleri cilalatmayı.

Kimsenin bilmediğini biliyorduk, kimsenin geçmediği kanlı yollardan elele geçmiştik. Göğüs göğüse acıyla çarpıştığımız gecelerimiz vardı. Sarhoş olamayacak kadar kendimizdeydik. Biliyorduk. Bilmek çoğu zaman acı veriyordu. Yaşımızdan büyük şeyler yaşıyorduk. Takvim zamanına fark atmış olmanın gururundan ziyade, acının o mayhoş tadı sinmişti kalbimize, midemize, ellerimize.

Çok uzun bir zaman geçmedi. Hani bi'kaç mum bitimi gece, iplikle ölçmeye kalksak bir kuka, hayatla ölçmeye kalksak bir kış mevsimi, zamanla ölçelim desek geçen sene bu zamanlar.

Bugün biliyoruz ki, Tanrı'yı şaşırtacak kadar acımasız insanlar var. Gördük biz onları. Oturduk yemek yedik, kaffe içtik, sohbetlerine eşlik edip, sofralarında sabahladık. Gündoğumlarının neşesini verdik onlara. Karşılığını beklemedik.

Bugün biliyoruz ki, pencereler geceleri sigara içmek için yaratılmış ufak delikler. Bir de bazen atlamak için. Sonsuzluğa.

Bugün biliyoruz ki, karşı koyamadığı acı yok insanın bir kere doğmuş olduktan sonra. En zorlu sınavlardan pekiyi ile geçtik biz. Yüzümüzde ışıldayan yıldızlar var, gözlerimiz bulutlarda.

Ben bugün hep dua ettim Tanrı'ya. Tanrım, dedim. Pınar'a ve bana mutlu yaşlar, sevinç gözyaşları ve hiç erimeyen kırmızı bir bonbon şekeri yolla!

19 Aralık 2011 Pazartesi

Bir Hediye Olarak Hissizlik


Yeni yıl hediyesi olarak bunu almak istediğim koca bir güruh var sevgili okur. Ben de dahilim bu pek mutsuz ve hissetmekten şikayetçi insan topluluğuna. 

Hani diyorum ki, olsa bu aletcağızdan bir tane, sol bileğimize takılsa. Sağ elimizle açsak kapatsak kimi zaman. Daha mutlu olmaz mıydık? Bileğimizde bu hediyeyle girdiğimiz yeni yıl sahiden de yeni bir yıl olmaz mıydı. Olurdu elbet. Daha az his, daha çok yaşamak. 


15 Aralık 2011 Perşembe

Bazı Sabahlar Pastanesi


*Bazı sabahlar sabaha hiç benzemiyor.

*Güneş doğmadan uyanmış oluyorum bazen. Kış olduğunu unutuyorum. Tanıdık bir koku arıyorum bazı sabahlar. Baş ucumda boynuna kadar dolu bir kültablası duruyor. "Anılar" diyorum içimden, "anılar hep kül mü kokuyor nosta?"

*Bazı sabahlar hayal kırıklıkları ayağıma batıyor. Ben terlik giymeyenler familyasından evrimleşmişim.

*Bir fil olarak uyanıyorum bazı sabahlar, her şeyi ezmek geliyor içimden.

*Kimi zaman balıkmışım gibi açıyorum gözlerimi. Her şeyi biliyormuşum gibi.

*Bazı sabahlar şarkıları içip, sigaramı dinliyorum.

*İpek mendillere sarmak istiyorum bazı sabahları.

*İzmir gibi kokuyor bazen Ankara. Denizi nereye saklamışlar acaba, diye merak ederken öğlen oluyor.

*Adını bilmediğim halde, sözlerini ezberlediğim şarkıların rüyasını görüyorum bazen. Kimseye anlatmıyorum. Unutmak, daha kolay oluyor bazı sabahlar.

*Dumanı tüten sıcacık bir kaffe yepyeni bir hayata inanmak için yetiyor bazı sabahlar.

*İçimde bir şiirle uyanıyorum bazen, "Akıllıymışsın, bana ne? / Güzel ol, hüzünlü ol!" diyor inci ruhlu bir adam.

12 Aralık 2011 Pazartesi

Bana, Birazcık da O'na Dair



"Hayat çok garip, korkutacak kadar mutlu da ediyor. Yeter ki kulak ver. "

Bu sabah bir yandan patates soymaya çalışır, diğer yandan kaffe içmeye meylederken aklımdan bunlar geçiyordu. Hayat hızla soğuyan bir çorbayı andırırken birden bir el, esmerce, ince parmaklı bir el yakıverdi ocağın altını. Sihirli deyneklere inanmayan taş olsun sevgili okur..

Sabahları mut'lu uyanmalar, mide kazınmaları, bana gülümseyen bebeklere aynı şirinlikle bakmalar, makyaj yapmalar, renkli çoraplarla kışa hazırlanmalar başladı bende. Beni birhaller aldı, anlayacağın.

Farklı adamlarla buluşulan aynı otobüs durakları, aynı kitapçıda tutulan farklı eller, aynı yemekleri ağzında çiğnerken söylenen farklı sözler, dişlerinin başka umutlarla parlaması.

Bu sabah.. Her şey bu sabah oldu. Bal soslu patates kızartması yedim ben sanki. Uzun zaman sonra ilk kez böyle "güzel" hissettim. Zamana öfkelenmeden, içimde durmadan çalan o zemberekli saat sustu sanki bu sabah. Kızarmış ekmek farklı koktu, kaffenin tadı bambaşkaydı. Kimse içime dokunamaz sanıyordum, suyu okşayan eller gibi, kimse içimden kum çıkaramaz benim için.

Bu sabah ben aynıydım, ama içimde çiçekler açtı. Kışın açan çiçeklere kim inanır sevgili okur..

5 Aralık 2011 Pazartesi

Benim Güzel Sorularım Var


Odamdayım. Huzur'u bi'türlü misafir edemeyen odamda. Mor perdelerim var benim. Sadece sabahları gün ışığıyla güzel gözüken. Akşamları renkler pek belli olmaz, bunu sen de bilirsin sevgili okur.. Soru'larım var bi'de. Kimsenin cevap vermediği, aldırış etmediği, pek ciddiye alınmayan ama zihnimi kurcalayan sorular. "Başka türlüsü" mümkün olsaydı eğer, sahiden düşünmezdim. Ağzımı bile açmazdım ben konuşmak için.


  • Penguenlerin yalan söylemediğini ispatlayabilir misiniz?
  • Kelini kapatmak için saçının bir tarafını uzatıp kafasına dolayan bir adamı rüzgârda görmek mi, yoksa Guareschi mi daha komiktir?
  • Daha önce hiç intihar ettiniz mi?
  • Korkunç İvan, Deli Petro ve Floris'in doğduklarında ağızlarında bir değil de otuziki diş olsaydı Rusya'nın başına daha kötü şeyler gelebilir miydi?
  • Aşk var mı?
  • Sabaha karşı olmak var da, sabaha çok karşı olmak neden yok? 
  • Yerçekimi Kanunu'nun 146.maddesi gereğince , serbest düşen bir elma -hele kayda değer bir yükseklikten bırakılmışsa- bir insan kafasını tercih ederse kaç yıl, kaç ay, kaç gün cezaya çarptırılır?
  • Bu kafa bir politikacı kafasıysa elmanın cezası ödüle çevrilir mi?
  • Gogol'le De Gaulle'nin zengin kafiye oluşturduğunu keşfeden bir şair var mıdır?
  • Deli Petro mu daha gaddardır, yoksa Gaddar Petro mu daha deli?
  • Ya Pandora kutusu ile değil de kukusu ile meşhur olsaydı? 
  • "Nasılsın?" sorusuna samimi bir cevap beklemek aptalca mıdır, insanca mı?
  • Unutmak mümkün mü? 
  • Freud'un özyaşam öyküsü mü daha dikkat çekicidir, Hitler'in ki mi?
  • Kız Kulesi hiç seviş midir?
  • Cehennemde yanık kremi satarsak, ölü olsak bile zengin olabilir miyiz?
  • Varolmanın hafifliği sahiden dayanılmaz mıdır? Dayanılmaz bir acı var mıdır?
  • Neruda'nın "en hüzünlü şiirini" yazdığı gece takvimler kaçı gösteriyordu?
  • Beni şimdi herkes kendime bıraksa, ne olur?

3 Aralık 2011 Cumartesi

Bizim Canımız Sıkılmaz, Hep Kalbimiz Kırılır


Gecenin bi yarısı (ki bu yarı, hep en yalnız olunan / kalınan an'dır) telefon çalar. Üşenirsin bakmaya, ya kötü bir haberdir ya da yalnızlığını en sağlam yerinden bölecek sıradan bir koşuşturma bildirisi. Tesadüfleri uzun zaman önce rafa kaldırmışsındır, aşka kim inanıyor ki zaten..

Sanılanın aksine bir mesaj. Üzülsen bir dert, gülümsesen bin gam yüklenir sırtına.

"Ellerim seninledir sevgili. Geldim evime, odama attım hemen kendimi, elbiselerimi çıkarmadım. Sana benzedim ben."


Nosta olmak iyi bi'şey midir, sen ver bunun cevabını sevgili okur..

Düşünmek, hep düşünmek.. Geçmişi inkâr edememek, geleceğe yatırım yapamamak, kusana kadar içmek, ölene kadar gülmek, sabahlara kadar dertleşmek, son paranı hep ötekiyle paylaşmak, aç karnına sigara içen olmak, anlaşılamamak, "ben rüya görmem ki.." diye hayıflanmak, umuda umut bağlamak, pamuk ipliğine hayat.. iyi bi'şey midir sahiden..



1 Aralık 2011 Perşembe

Üşengeçlik Arası

Uzuuunca bir zamandır yaz(a)mıyorum. Klavyeye gitmeyen elim, sigaradan ve defter, kitap sayfalarından alamıyor kendini. Kenarları pamuklaşmış sayfaları ben çevirmiyorum, onlar beni çeviriyor sanki.

Affına sığınıyorum sevgili okur! İzlediğim filmler, kalbimi pıt pıt çarptıran güzel oyunlar, altını çizerken iç geçirdiğim afili cümleler biriktiriyorum elbet senin için. Lakin sıra yazmaya, anlatmaya geldiğinde lâl oluyor ellerim.  Bu gece kızdım biraz kendime. Kış ki, benim mevsimim. Üşengeçliği en görünmez çekmeceye saklamalı, kaybetmeli belki.. Yazmalı, okumalı, anlatmalı..

Tuğla kadar kalın bir kitabın ilk sayfasında kısacık bir epigraf gördüm bu sabah. Bütün bir günümü hüzne boyadı. Sapsarı bir perşembe yaşadım.. Sebebini bil istedim, sen de duy istedim bu kısacık şiiri,


Ve bu hayatı sevdiğim için
Bilirim ki ölümü de seveceğim.
Annesi sağ memesinden
Ayırdığında ağlar bir bebek
Bir an sonrasında
Sol memesinde bulur
Teselliyi.

31 Ekim 2011 Pazartesi

Kimse Sokulmasın, Bu Bir Yalnızlıktır

Half Nelson / 2006 

Dan Dunne iki nokta üst üste
  • Tarih öğretmek zor iştir. Hele ki zenci okulunda beyaz bir adamsanız.
  • Zıtlıkları anlatmak zor iştir. Siyah, beyaz / gece, gündüz dışında bir ayrım yapamıyorsanız.
  • Hayatta kalmak zor iştir. Hap kullanıyor, ot içiyor ve çocuklarla iyi geçinmeye çalışıyorsanız.
Dan Dunne, bir tarih öğretmeni. Evi dağınık, kafası dağınık, hayatı karmakarışık bir adam. Hırçınlığı onu terk eden kadının kokusuyla etkisiz hale gelebilecek kadar. Ama yine de çok öfkeli. Çocuklarla bir alıp veremediği yok, tek derdi dünyayla, bir türlü yazamadığı o çocuk kitabıyla, çerçevelerin içindeki fotoğraflarla. 

Espri yapmaz, öğretmenler odasında fazla vakit geçirmez, konuşmayı sevmez, yemek yapmayı da. Kısa bir zaman önce "neden yaşıyorum?" demeye başladı kendine. Siyahlar hakkında beyazlardan daha çok şey bilir, komünist değil, şiddete meyalli. İhtiyacı olan tek şey, insana olan güveninin tazelenmesi.

Kışın bu güzel havasından faydalanarak, bu haftayı "Ryan Haftası" ilan ettiğimi söylemiştim sevgili okur. Half Nelson, izlediğim en güzel Ryan Gosling filmi olmasının dışında, hani o hep sözünü ettiğim Ruha Dokunan Filmler kategorisinin de en güzel filmlerinden biri. Tuhaf bir önyargıyla başlamıştım filme oysaki. "Zenci okulundaki beyaz öğretmen, çocukların hayatını nasıl değiştirir?" temalı filmlerden biri gibi gelmişti bana. Ahh ne büyük bir yanılgı! O öğretmen ki, çocuklardan öğreniyor pek çok şeyi. Hayat değiştirmeye çalışmıyor, yalnızlığıyla başa çıkmaya çalışıyor sadece. 

Patlamış mısır ve kolayı bitirdiyseniz o filme "harika" demeyin. Ama bu film, baştan sona harika.. Hele son'u.. O son'u..

Ne demek istediğimi anlıyorsun değil mi sevgili okur..



29 Ekim 2011 Cumartesi

Derin Düşünce No: 10 / Günlerden Kış



  • Ölmedim. Bu, başarısızlığı kabul etmek benim için. 
  • Yazmıyorsam tembellik etme hevesimden başka bi'şeyler gelmiştir başıma. Ya da gelmeyenlere içerliyorumdur. Geçen ay tuhaf bir zamandı. Bir nevi sonbahar uykusu diyelim.
  • Babamın kahvaltı yapmayan insanların grip olduklarına ilişkin yargısını birinin yıkması lazım, yoksa tüm yıl boyunca erken uyanıp, erken işe gidicem.
  • Susmak da, esnemek gibi bulaşıcı. Ben bugün bunu gördüm.
  • Yakın çevremden uzak durmak istiyorum. Sevdiklerime karşı dilsizim, konuşamayacaklarıma söyleyecek sözüm yok zaten.
  • Bugünlerin şarkısı / ooooooohhh, iii aaaaaam soo lonely!!!
  • Ne kadar isterdim kapkatı bir İngiliz olmayı.
  • Odamla aramı düzelttim. Poster kalabalığında mutsuzluk ve dolu kültablaları göze çarpmıyor.
  • Ryan Gosling takıntım olduğunu söylemiş miydim?!
  • En çok neden yalnız olduğumu anlatırken hevesliyim. Bunu benim dışında kimsenin fark etmemiş olmasını dilemekten başka bi'şey gelmiyor elimden.
  • Olmadık şeyler sokuyorsun aklıma. Sonra uykusuz gözlerimin hesabını ben vermek zorunda kalıyorum. Annem eskiden böyle olmadığımı hatırlatırken, babam adaçayı dolu kupayı tutuşturuyor elime.
  • Ankara'ya yeniden kış geldi. Çocukluğumu hatırlamak zor geliyor bana. Her yer tarçın ve közlenmiş kestane koksun istiyorum. Ama ortalık kömür kokusundan geçilmiyor. Bir yolunu bulsan.
  • "Senin için sevmek su içmek kadar rahat bir eylem. Ben her an uyanık olmalıyım." diyor Oğuz Atay.
  • Aşkın güzel bir tarifine rastladım tuhaf bir karikatürde, "Sana her şeyi vermek istiyorum. Bunlarla senin yapacağın şeyi görmek için."
  • Sonbahar uykumda gördüğüm rüyada, çok içtim, çok ağladım.
  • Küçükken inmek eğlenceli oluyor diye hep yokuş çıkardım. Sıkıntı o zaman başlamış işte.
  • Hayatı sevmeye çalıştığım doğrudur.
  • "Doluya koy, boşa koy / Sabahlara kadar kan ter. / Yut hapları, oku kitapları.."
  • Doğumgünümde yanımda olmayacağını bilmek. Belki de gerçek ayrılık budur. 
  • Bu film çok güzel. İzlesene cânım okur! Uzuuun uzun bi'şeyler yazmak istiyorum hakkında. 
  • Şu aralar hep buna hayıflanıyorum, o son gece uyumayacaktık.

29 Eylül 2011 Perşembe

Sulhi, Bir Acayip Adam


Sulhi Saygılı. Dünyanın en sıradan insanı. Sadece konuşarak dikkatinize mazhar olabilir, sadece sesi kalır kulaklarınızda. Hani yüzünü görsen "Hah, bu Sulhi" diyemezsin, her nazıma katlanan sevgili okur!

Sulhi işte, otobüs bekler, çay demler, en çok geçmişte yaşar (Ah Sulhi, senin de mi en büyük hazinen geçmişin!), kimseye okutmadığı şiirler yazar, psikolojiye inanmaz ama Hasan'a inanır. Her dediğine inanır Hasan'ın. Bir Ender'le Çetin değiller belki. Ama başkadır Sulhi.Tadı başka, acısı başka, sesi, sözü, hiç görmediğim o  gülüşü başka.

Arada aşık olur Sulhi, ilginç isimli kızlar bulur. Nesteren gibi. Sulhi'nin aşık olmaktan daha güzel yaptığı tek eylem, vazgeçmektir. Pek güzel vazgeçer Sulhi. Unutmaz, nasıl bir vazgeçiştir bu anlamazsın canım okur. Üzülürsün Sulhi'ye, öyle naiftir ki kıyamazsın iç çekişlerine.

Günlük tutar Sıska Sulhi. Konuşamadıklarını yazar. Kendine anlatır, Hasan haricinde edebiyata inanır bir de. Bu dünyada şiirden ve denize doğru giden bir trende Ritsos üzerine konuşmaktan daha güzel bir şey yoktur Sulhi'ye göre.

Serbest ama çok serbest muhasebecidir Sulhi. Bir gün çalışmaya çalışırken radyoda bir programa tesadüf eder. O tesadüfler ki eserleri her yerde! Veciz Sözler'e katılmaya karar verir Sulhi. Bir kelime / Bir cümle. Bu akşamki cümlemiz "beklemek" der radyodaki ses, "İnsan beklerken nefes almaz, yutkunur.." der Sulhi.

Tahmin ettiğin üzre bir roman kahramanı Sulhi. Ne var yani, biz (biz, ne korunaklı bir zamir) kahramanları romanlarda buluyoruz bu Çiğlik Çağı'nda. Sen de tanış Sulhi'yle, belki üşengeç nosta'dan çook daha önce tanışmışsındır bile.

Barış Bıçakçı
Veciz Sözler / İstanbul 2002
İletişim Yay.

26 Eylül 2011 Pazartesi

İnsanlar, Arabalar ve Rüzgâr Geçti Aramızdan



Gökyüzü ya da odanın tavanı. Düşerken nereye baktığının bir önemi yok canım okur! Üzerinde ne olduğunun, aklından neler geçtiğinin, ne kadar uzağa düştüğünün de. 

Düşme hızını şarkılar belirliyor. Düşerken önemli olan tek şey kulağında değil, içinde hissettiğin o şarkı. Hayat bulduğun o şarkıda gün geliyor ölebiliyorsun da. Komik ve ironik. Galiba bunu seviyorum sevgili okur. 

Müzikten pek anlamam ve düşme konusunda bir uzmanım. Düşerken çalan şarkılar konusunda da bu sıralar epey geliştirdim kendimi. Bakarsın gün gelir, bir işe yarar. Herkes doğru yolda yürüyecek değil ya, yolumuz yoktu bizim. Biz de yoldan doğru yürümeye karar verdik, diyelim, geçelim.

Sevtap Ünal. Şu bizim bildiğimiz ve hatta çok sevdiğimiz Ümit Ünal'ın kızkardeşi. Bu pek sevdiğim bir tanım değil. İçli şarkılar yazan, müzik tanrısıyla lakırdı eden, tuhaf sesli bu kadına bu denli kısa bir tanım yakışmıyor. Lakin tanımlamaya da dilim varmıyor. İstiyorum ki sen de dinle, keşfet, bayıl!

Nazan Öncel serkeşliği, Sezen Aksu hassasiyeti ve gariptir Umay Umay lezzeti var bu hatunda. Albümün adına bir bak sevgili okur, İnsanlar, Arabalar ve Rüzgâr Geçti Aramızdan diyen bir kadın sevilmez mi? Sevilir elbet, çok şeydir çünkü bu.

Uzun lafın en kısası, ben bu aralar hep bu kadını dinliyorum. Yemek yerken, elimi yıkarken, uykuya dalarken, DavidLynchvari rüyalar görürken, işe giderken, işin ta kendisiyken, akşam olurken hep O'nun sesi var kulaklarımda, diyor ki  "Hiç kimseye vefa borcu takmış değilim! / Aklı selim, fikri firarda, geçmişi sır gelecek ayazda / Dünyaya gelmiş tesadüfen ben o mutsuz çocuklardan sadece biriyim. "

Uzuuun uzun dinle, güzel güzel düş!
Sevgimle kal cânım okur! 

23 Eylül 2011 Cuma

Bazı Kadınlar Çok Korkak, Ben Onlardan Biriyim


İçim bomboş, içim yok gibi. Kaybolmuştur belki de içim. Korkuyorum ben. Karanlıktan, kuşlardan, sesi çıkmayan bir çocuktan ne kadar çok korkuyorsam aynı açlıkla ürküyorum bir elmadan, ucu keskin bir bıçaktan ya da Tanrı'dan.

Çöpe atılan soğan kabuklarından, çalmayan telefonlardan, renkli kitap ayraçlarından, okunmamış kitaplardan, bir ayağı diğerinden kısa taburelerden, koyu kahveden, garip şekiller alan telveden, tanıdık isimlerden, arap harflerinden, çorap çekmecelerinden, içi boş çerçevelerden ve türk filmlerinden nasıl korkuyorsam aynı ölçüde korkuyorum nardan, incirden, eylülden ve yazdan. Çok sevdiğim kıştan bile ödüm patlıyor benim.

Gün geçtikçe daha çirkin yazıyorum. Yazımın sana benzemesinden, giderek sana benzemekten korkuyorum. Anneme benzemekten, hatta daha çok bir anneye benzeyememekten korkuyorum. Babamla yaptığımız kısa sohbetlerden, gün içinde söylediğim sözlerden, hafızama söz geçirememekten, altını çizdiğim cümlelerden, üstüme düşen görevlerden ödüm patlıyor benim.

"Sen" dedin seni son gördüğümde, "sahiden beğeniyor musun yazdıklarını?" Cevap çok net, cevabım spot ışıkları gibi apaydınlık. Yazdıklarımdan nefretim geliyor benim. İçimde tutmak isteseydim yazmazdım elbet. Atmaya kıydığımız şeyler, başkalarının toplamasından korkmadıklarımız.

8 Eylül 2011 Perşembe

Derin Düşünce No: 9 / Hatırına Saygım Var



  • "Saygı, sevgiden önce gelmezse kalp pusulayı şaşırır.." diye yazmışım uzun yıllar önce not defterime.
  • Camdan sarkmak ne güzel! 
  • Hatırana saygım var lakin, sana hiç benzemiyorsun.
  • Ben, gereğince üzerim kendimi. Kimse bunu görev edinip çalışmasın, buna sebep oldum zannedip karalar bağlamasın. Benim seninle işim olmaz ey insan!
  • Şükür ki hâlâ umut var. Sevinebildiğimi görüyorum kitap alırken. 
  • "Güneş olmasaydı, sözcükler aydınlatırdı dünyamızı..." diye başlıyor Veciz Sözler. İlk cümleleri ne kadar çok sevdiğimi söylemiş miydim?
  • Doyasıya gülmek geliyor bazen içimden. 
  • Ne hak ettiğimizi bilmiyorum ama bunu hak etmediğimiz çok açık canım okur!
  • Gel, o anları hatırladığında ne hissettiğini anlat. Sonra istersen yine gidersin.
  • "Hayatta yapmam" dediğim her şeyi yaptım. 
  • Kendimle çeliştiğim anlar oluyor. Ne yani bir ateist Tanrı'nın var olmasını dileyemiz mi? 
  • Hatırana paha biçilseydi şayet, bir bulut satın alırdım.
  • Bazen kendimi bir odaya kapatıp, o odayı havaya uçurmak istiyorum.
  • Sen, sadece cevap verebileceğin sorularımı işittin. Bunu bir düşün.
  • Yazdıklarını okuduğumu biliyorsun. Ben senin en sadık okurunum. Bana karşı sorumluluğun yok, ama yaşadıklarına karşı olmalı.
  • Bazı kelimelerin eli kolu olmalı. Yoksa bizi bu denli tutup sarsamazlar.
  • Sana da hak veriyorum. Tamamen sahip olduğun birine gidilmiyor.
  • Sevebileceğim insanlarla tanışmamaya karar verdim. Bu konu çok net.
  • Farklı şeyler hatırlıyor olmamıza, her hatırladığımda hâlâ şaşırıyorum.
  • Emniyet şeridinin adı değiştirilsin, "Hatıra Şeridi" olsun. Oradan sadece anısı olan insanlar geçsin yavaş yavaş. Korna çalmak yasak olsun ama, somurtmak serbest.
  • Bilgelik ilgimi çekiyor, duvarlar ilgimi çekiyor. Sen bunların ikisiyle de ünlüsün. 
  • Sanki iyilik beraberinde bir enerji kaybı, bir bireysellik kaybı getiriyormuş gibi. Hem iyi, hem insan olmak çok zor. 
  • Anlattıklarını sigaramla birlikte dinlerken "Bir başka yalan mı? / Farkında olmadan söyleniverilen bir gerçek mi?" diye düşünmeye başlıyoruz. Sigaram korkudan küle dönüyor.

2 Eylül 2011 Cuma

Lütfen Ölmeyin Bayım!



Ayrılmak dediğimiz şey, O'na dokunma hakkımızın elimizden alınması. Delirmek, bu hak başkasına verildiğinde başlıyor.

Zia -yukardaki afişte ortada oturan esas oğlan-, delirme'nin de hakkını verenlerden. İç parçalayan bir intihar sahnesiyle başlıyor Wristcutter: A Love Story. Sonrasında cennet ya da cehennem yok. Ki biz ikisinin de bu dünyada olduğunu biliyorduk zaten. Sadece intihar edenlerin gittiği bir garip diyar, belki de bir yokülke'de buluyor kendini Zia. Alışmaya çalışıyor, pişmanlıklarını düşünüyor, bir daha intihar edebilme riskini hesaplıyor. Ona verilen ikinci hayatında da mutsuz. Daimi mutsuz ve bu mutsuzluğu yüreklendiren sebepleri var.

Bir gün apar topar girdiği bir markette eski sevgilisinin de intihar ettiğini duyuyor. Ve filmimiz aşk hikâyesinden, yol hikâyesine devşiriliyor. Eski sevgiliyi arama hikâyesi, yeni aşklara kapılma telaşı. Yanlış anlaşılmalar, verilen sözlere edilen ihanetler, yalanlar, kaybolmalar, bıkkınlıklar, mucizeler, hayata döndüren dostluklar.

Bu filmi izlemesen de olur sevgili okur, "Bu kadar çok istediğin sürece gerçekleşmeyecektir. Olmasının tek yolu, senin için artık önemli olmaması." sözünü başka bir yerde de olsa öğren, duy, hisset. 



30 Ağustos 2011 Salı

Yara, Balık ve Bayram




Sağ elimin orta parmağının eklem yerinde üç ya da dört santimlik bir kesik. Minik bir yara. İz olması için çok yolu var daha ey insan! İçi kurumuş kan, dışı kırmızı ve şiş. Turuncu ojeye yakışmayan ama güzel bir yara. Anısı var, her büktüğümde acısı da.

"Eline ne oldu?" diye sorsaydı annem, her şeyi anlatırdım. "Bira açmaya çalıştım, hem de çakmakla" derdim. "Başardım ama anne! O an, onun da kendimin de hayatını kurtardım. Ben kurtardım hem de. O kısacık gecede ben kahramandım anne!" deyiverirdim. Gülümserdim.

"Eline ne oldu?" diye sorsaydı annem, her şeyi anlatırdım. Hastane kokusundan nefret etme sebebimi, geceleri neden uyuyamadığımı, sinirli hallerimi, balıkları neden bu kadar çok sevdiğimi, kız çocuklarının yüzüne bakamayışımı, erkek çocuklarına neden bir türlü dokunamadığımı, uyuduğum ender anlarda terör saldırısı gibi uykumu gasp eden kabusları, son günlerde kahveden tat alamayışımı, iştahla yemek yiyen herkesten tiksiniyor oluşumu, mütemadiyen susuşumu bir sigara yakar anlatırdım.

Annem hiçbir şey sormadı ey insan! Ben de hiçbir şey anlatmadım. "Yarın bayram Nosta," dedi, "beyaz elbiseni giy." Yarının bayram olduğunu iddia eden birtakım insanlar var. Onlara güvenme sevgili okur!

27 Ağustos 2011 Cumartesi

İnsan



Çünkü kimseyi sevmiyorsun. Hiçbir zaman kendini bırakmıyorsun. Hiçbir zaman burada "biz"lerle değilsin. Hiçbir zaman konuşmalarımıza, sofradaki vasat sohbetlerimize katılmıyorsun. Çünkü şefkatli değilsin, çünkü hep susuyorsun ve bu suskunluğunda aşağılamaya benzer birşey var.

Çünkü "korktum" demeye korkuyorsun. Çünkü sarhoş olduğunda unutamayacağın şeyler yaptın. İzlediğim filmlerin mutlu bitmesini istediğimi biliyorsun. Çünkü son'un sıradanlığına inandırdın kendini. Çünkü sigara içmek sıradan bir eylem. Sağlıklı ölmek en güzeli.

Dünya hepimizi taşıyabilecek kadar büyük değil. Çünkü sen en çok kuzey ülkelerini seviyorsun. Sıcak olmak, gülümsemeyi gerektiriyor ve sabretmeyi. Sen sabretmeyi hep tahammül etmekle karıştırıyorsun. Tıpkı geçmişin sahiden geçebileceğine inanıyor olman gibi. Çünkü........



12 Ağustos 2011 Cuma

Cafe nosta

"Biz burada kahveyi gece kadar siyah, günah kadar tatlı içeriz."
Neil Gaiman / Amerikan Tanrıları


Prozac etkili mutluluğum tavan yaptı. Sevinç çığlıkları attım! Geceyarıları kurduğum hayallere sadece yastığım eşlik ediyor sanırdım. Öyle değilmiş. Yüzünü görmediğim, sesini duymadığım biri varmış meğer. Tutmuş benim hayalimi sahiplenmiş, umutsuzluğa endeksli bir düşü "gerçek" yapmış.

İstanbul'un bilmemhangi semti'nde nosta diye bir cafe. Yolumuz düşsün, kahkahalar atarak ve gördüklerimize inanmış olmanın huzuruyla birer kaffe içelim, kitap karıştıralım, hatta uzuun uzun dalıp gidelim o bembeyaz boşluğa.

Hayalperest olduğumu iddia edenlere hep söylüyorum,
Algıda seçici falan değilim, kendimi milyonlarca defa klonlayıp ağaçların arasına, taşların arkasına bıraktım. Hepsi bu.

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Derin Düşünce No: 8 / Kısa Kısa


  • Şu yukarıda gördüğün fotoğraf cennet mi bilmem ama, "benim" cennetim olduğu muhakkak. Rengarenk çiçeklerden yapılmış dev baykuşlar. Alabildiğine yeşil bir gök.
  • Tebdil-i mekânda ferahlık varmış sahiden. Yeni oda, çivi izi olmayan, sütlü kaffe duvarlar, başka telaşlar, farklı umutlar, kapanan defterler, adli sicil kayıtları. Söyle okur, yaşıyor olmak nedir?
  • Hayal kırıklığının ete kemiğe bürünmüş hali: Teoman müziği bıraktı. Rüyama girdi geçen gece, kulağıma fısıldadı, roman yazıyormuş. Bence bu adamı ciddiye al!
  • Geçen yaz bu zamanlar ne yaptığımı düşünmek istemiyorum.
  • Son zamanların en büyük keşfi, sabahları şarkı, geceleri müzik dinleniyormuş. Bunu da öğrendik.
  • Emin olduğum bi'çok şeyden memnun değilim.
  • "Kokladıklarıdır dünyası / limon kolonyası, lavanta / hepsi uçucu.." diyor Ortaçgil.
  • Küfür ederek sevdiğim insanlar benim için değerlidir.
  • Yıldızları görebildiğimiz için bu kadar kibirliyiz?
  • The Tree of Life, Another Earth, The Ides of March ve Like Crazy'i izlediğim gün, bugünden çok daha mutlu olucam.
  • Sigara içmek, insanı rahatlatan ve zararsız bir eylemdir. 
  • "Sudan ıslak bir şey görmek istiyorsan bana bak" dedi. "Anlamadım" dedim. "Aşığım" dedi. "Geçer" dedim. "Anlamıyorsun" dedi. Geçer halbuki.
  • Cam, hayâl ve insan kalbi aynı maddeden yapılmış olmalı.
  • Uç noktalar ve tuhaflıklar, trajediler, komediler, gerçek trajediler. Çocuksu, insani, hayvani acılar.
  • Hadi bi kaffe yapalım, yeni bi kitaba başlayalım. Avunalım, mucize satın alalım. Anlarsın ya! 

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Çelişkilere Övgü / Bir Tuhaf Tatil III

Evet. Ben ne zaman Foucault, Spinoza, Nietzsche, Hegel'i içine alan bir cümle görsem irkiliyorum. Bazen acıdan, bazen yutkunmakta zorluk çekeceğimi bildiğim için, bazen cesaret edemeyişlerime kızarak bir sigara yakıyorum. Şimdi yaptığım gibi. 

Bu giriş yazısından "korkak" olduğum sonucuna varma hemen, sevgili okur! Hepimizin yüzleşmeye yüzünün olmadığı bir dünya var. Her neyse. 

Bu yazı senin için! Belki biliyorsun Galeno'nun anlattığı bu masalı, belki beğenmeyeceksin bile. Ama aklıma düştün işte. Ki akla düşmek ağır iştir.




"Ahmak bellek, kendi kendini trajik bir nakarat gibi yineleyip durur. Oysa hayat dolu bellek, her gün yeniden doğar: Geçmişten kaynaklansa da geçmişin kesin karşısındadır. Alman dilinin tüm sözcükleri arasında Hegel'in en sevdiği aufheben sözcüğüydü. Aufheben aynı zaman da hem "saklamak" hem de "silmek" anlamına gelir ve böylelikle, ölürken doğan, yıkarken kuran insan tarihine saygılar sunar."


Edit petit: Başka da yazmam artık Galeano'dan. Can, telif isterse şaşırmayalım, hep birlikte para toplayalım, icralık olmayalım. Hem anlatacak güzel filmler, güneşli zamanlarda dinlenecek şarkılar var sırada!

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Kızılderililer / Bir Tuhaf Tatil II

Kucaklaşmanın Kitabı'nı okumadım, içime çektim. Kafamda onlarca soru işareti bırakıp, kalbime Galeano için aşkla filizlenen bir tohum atarak bitti kitap. Daha fazla yazmayı düşünmüyordum. Ama işte.. beenmaya.. Bekliyormuş. Bekletmek olmaz! Buyur oku bakalım, bu senin için..



"Ruth Benedict'in anlattığına göre Vancouver Adası'ndaki Kızılderililer prenslerinin büyüklüğünü değerlendirmek amacıyla yarışmalar düzenlerlermiş. Rakipler yarışmaya, sahip oldukları her şeyi ortadan kaldırarak katılırlarmış. Kanolarını, balık yağlarını, somon yumurtalarını ateşe atar, pelerinleriyle kap kacaklarını yüksek bir tepeden denize fırlatırlarmış.

Her şeyi en önce elden çıkaran kazanırmış."

5 Temmuz 2011 Salı

Unutuş / Bir Tuhaf Tatil

Süreli aşklar, koşup koşup yorulmalar, soğuk bira içip göbek ovuşturmalar, kumsalda ağlamalar zamanı. Yaz geldi canım okur. Çok bekletti ama geldi sonunda. Sevinçleriyle, boş zamanlarıyla, güneşiyle, kumuyla, umuduyla tuttu elimden.

Daha önce hiç gelmediğim ve belki de ömrüm boyunca bi'daha hiç gelmeyeceğim minik bi cafeden yazıyorum sana bunları. Klavyesi tozlu, masası pis. Olsun bizim umudumuz var! Süveter insanlarını ardımızda bıraktık, bi'kaç günlüğüne tenefüse çıktık. Ben ve içimdeki tüm nosta'lar. Üç-beş aşk filmi ve tuhaf romanlar aldım yanıma. Okurum / izlerim sonra sana anlatırım telaşıyla. Çok sevdim Kucaklaşmanın Kitabı'nı. Ne de olsa Ankara Hatırası. Bir şehirde, sana kitap hediye edecek bir dostun varsa, o şehirde rahat nefes alabilirsin ey insan. Ancak o şehir kurtarır, o kitap tutar elinden. Ancak böylesi mümkündür kurtuluşun.

Minik anlatıların arasından ilk bu girdi gözüme. Pek beğendim. Bunu oku, diğerleri yoldadır.



 "Louise Erdrich'in bir romanını okuyorum.
Romanın bir yerinde bir büyük dede, büyük torunuyla karşılaşıyor. Büyük dede tam anlamıyla bunamıştır (düşünceleri su rengindeydi)  ve tıpkı büyük torununun yeni doğmuş bebeyi gibi mutlu ve nurlu bir ifadeyle gülümser. Dede, anılarını yitirdiği için, torununun torunu da henüz hiçbir anısı olmadığı için mutludur. Sanırım kusursuz mutluluk budur. Benden ırak olsun."

Kucaklaşmanın Kitabı
Eduarda Galeano / Can Yayınları

21 Haziran 2011 Salı

Insominia ya da Bunu Yapacağımı Biliyordun!

Gelirken senden ödünç aldığım, sayıları bir elin parmaklarını geçmez kitapların arasında, benim için en kıymetli olanın "aşk"tan en çok söz eden olduğunu şüphesiz ki biliyordun. Yanıbaşımda iki saat geçiren her fani bilebilir bunu. Bazı şeyleri anlamak için bir ömre ihtiyaç yok.. Ki uğruna ömür tükettiğimiz şeylere çoğu zaman vakıf olamayız biz.

Yolculukta harcamadım, eve sakladım Henry Miller'ı. Ne kadar huysuz ve vurdumduymaz olsa da, her insan biraccık huzur ister. Önce hava karardı, sonra içim. Kaffemi aldım yanıma, içimi susturdum. Başladım okumaya. Komik şeyler söyledi, güldürdü beni. Yazdıklarının çoğunda haklıydı. Aşkı çözmüş bu adam! Bunlar da benim avcuma düşenler;

"Tanrı aptalları korur ama hiç huzur vermez. Aptal, yarını hep yeni bir gün sanır -ama hiçbir zaman değildir.- hep aynı gün, aynı yer, aynı zamandır. Hava her zaman fırtınalıdır ve görüş mesafesi sıfırdır. Ortada ne tanrı, ne barış, ne güneş olmasa bile yine mucizelere inanır. Habire anlamını yadsıdığı şey ise kendisinin mucize olduğunu görmektir.


Aşk, gerçek aşk kendini tümüyle bırakmayı getirir mi? Bu hep soruldu. Birazcık da olsa karşılık beklemek insanca birşey değil mi? İnsan ille de tanrı ya da süperman mi olmalı? Vermenin sınırları var mıdır? İnsan sonsuza kadar kanayabilir mi? Bazıları sanki bu bir oyunmuş gibi stratejiden sözediyorlar. Kendini ele verme! Soğukkanlı ol! Geri çekil! Şöyle görün, böyle görün! Yüreğin yarılsa da gerçek duygularına ihanet et. Hep sanki hiçbir şeyden etkilenmiyormuş gibi davran. Aşk kırgınlarına verilen öğütler bunlar işte.


Peki sonra-------?"

12 Haziran 2011 Pazar

Kolaycacık Nosta

Herkes için "kolay" oldum / olmuşum ben sevgili okur. Dün uzuuun uzun düşündüm, biraz üzdüm kendimi. Olsun ama, üzülmediğimiz bi' dünya yok ki. Gerçi bundan milyon çeşit farklı dünya da olsa, ben illa ki her birinde üzülüp, kahırlara dert olacak bi mevzu bulurum. Neyse.. Konumuz bu değildi.

Arkadaş toplantılarında doğum hikâyelerinin anlatıldığı bölüm başladığında, annem hep beni ne kadar "kolay" doğurduğundan bahseder. Hiç acı çekmediğinden, onu zerre kadar korkutmadığımdan. Babam var bi' de bu kolaylıktan payını alan. Hiç sabahlamadım ben senin yüzünden, der. Ne zaman başın yastıkla kavuşsa hemen uyudun sen. Kolay büyüdü bu kız, değil mi hanım?! Şimdi, burdan bakınca kolay olduğu besbelli lakin, büyümekle aram her daim açık oldu. Ananem. Beni kuzuların kuzusu diye seven, kelimenin gerçek anlamıyla bağrına basan tek insan şu yeryüzünde belki de. O da bu "kolay"lığı bir meziyet gibi görüp anlatanlardan. Bir meyve tutuştururdum eline, senin gözün televizyonda reklamlardan geri gelmezdi, hiç ağlamazdın annen yokken der. Kolayca geçirirmişim zamanı. Sen benim için her şeyi kolaylaştırdın, der eski sevgili. Keşke o yemeği hazırcacık getirmeseydin önüme de birikte yapsaydık. Çok kolaydın hep.

Ben bunları her duyduğumda ve yeniden yeniden kafamda kurduğumda, duymadıklarıma da inandığımda bi'şey "çıt" ediyor içimde. Kolayca kırılıveren bir kolaylık bu. Sevmesi kolay, vazgeçmesi kolay, unutması kolay, alışması kolay.. İşte karşınızda tüm zorluklarını çöpe tıkan Nosta! Tralallalaa!!

Kolay evlat, kolay dost, kolay sevgili, kolay insan. Bunları ve elbette daha fazlasını düşündüm dün gece uzuun uzun. Bir hata değil belki bu, suç asla değil. Yaratılış meselesi galiba sevgili okur. Kolay olmakla bir zorum yok aslına bakarsan, benim derdim kolaylıkla basitliği karıştıran insana. Zor'landığım / zorladığım anlarda var. Onları sen bilmezsin sevgili okur. Onlar kendimle / kendimde.

Kucak kucak virgüller taşıdım sevdiklerime. Sen az buçuk bilirsin, ben son'lara dayanamam sevgili okur. Dolaplarla gezdim sırtımda, aradıklarını beraber bulalım diye. Ben çabaladım ey insan, ben içimdeki onlarca nosta'ya rağmen sırf senin için kolaylaştırtım yüzüne isteyerek baktığım hayatı. Sense çıkmış karşıma basitlikten dem vuruyorsun bugün. Ama yok. Karşı çıkmıyorum sana, kabullendim ben. Hem de gülümseyerek, "Sizin alınız al, morunuz mor / Hiçbirinizle dövüşemem / Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum!" diyen bir şiire inandım ben. Hiç zor olmadı, kolaycacık açtım kalbimi. Yine olsa yine yaparım!

7 Haziran 2011 Salı

Huzur


Bir oğlum olsun çok istedim sevgili okur, belki de ben bilmeden / görmeden olmuştur. Belki olmuştur da ben görmeden kaybolmuştur. 

Adı Huzur olsun istedim ama. Hani büyüdüğü vakit, "Huzur'la uyudum" desin gülümseyen bir kız çocuğu. "Huzur bizde abi, biraları kap, bize zıpla!" desin ağzı sağlam laf yapan delikanlı. "Huzur, derhal buraya geliyorsun!" diye çağırsın sevmediği öğretmeni. 

Olmaz di mi? Olmaz artık. Çok geç'in zamanını yaşıyoruz sevgili okur. Günaydın nosta, günaydın dünya'm!

3 Haziran 2011 Cuma

Barbe Bleue Gibi..



Zamanı durduramadım belki, ama akrebi kırdım. Zehrini akıttı. Hiç yoktan iyi. En azından zaman daha geç ilerliyor artık.
Sırlar geceleri sayıklamaktan korktuğumuz şeylerdir. La Joconde’u Louvre’dan çalmam gibi. Öte yandan bütün bir yılı mum çiçeğinin açmasını bekleyerek geçirmek kötü bir şeydir, çünkü o genellikle açmaz.
Dün gece, yeniden aklıma düştüğün de, bana okumam için bıraktığın tüm kitapları rengârenk kalemlerle boyayıp, sayfalarına balıklar, papatyalar, uçan filler çizip, içlerine “üzgünüm, ben yaptım” yazan bir not bırakmak istedim. Tabii ki kendi iyiliğim için yapmadım.
Çiçekler geceleri düşman, gündüzleri dosttur. Ama sen yine de olmayan kardeşin en sevdiğin kaktüsünü kırınca kızma ona. Çünkü o daha küçük. Onun yaptığı resimleri sakla, büyüyünce gösterirsin. Peki, çizmelerini yamamama izin verir misin?
Küçük öyküler yazamıyorsun değil mi? New Model Army’de dinlemezsin. Peki Don Camillo’ya gülüyor musun? Hiç samanlığın tepesinde boylu boyunca uzanıp yıldızları seyretmek istedin mi? (zatürre olmadan) Sorgusuz sualsiz çıkıp gelir misin? Hiç bilmediğin bir şarkıyı çalar mısın benim için?  Barbe Bleue gibi. Peki bana her gece Borges’in olağanüstü masallarından birini anlatır mısın?
Hasta mısın yoksa? Dur ben sana bir hikâye anlatayım, hemen geçer. Hangisini istersin? Koca karınlı benekli dinozorla, pembe kürklü maymunun aşkını mı, yoksa denizyıldızıyla denizkestanesininkini mi? Yerinde olsam denizyıldızıyla denizkestanesinin hikâyesini dinlemek istemezdim, çünkü o çok acıklı. Hikâyenin sonunda denizkestanesini çizip sobanın üstünde közlüyorlar. Bir de yosun ritminde dans eden balıkların hikâyesi var, ama onu ben de bilmiyorum.
Dün akşamüzeri Mikado’yu gördüm. Çöpleri topluyordu. Elinde bir çalı süpürgesi ve uzun saçlı faraş vardı. Ona baktığımı görünce, sinirli sinirli:
“Aşkınızı arıyorsanız onu ben süpürmedim,” dedi.
“Hiç olmayan şey kaybolur mu?”

1 Haziran 2011 Çarşamba

Derin Düşünce No: 7 / Karışmasın Kimsecikler, Daha Düşmedim Uçuyorum!


Ankara / Nosta Eli

  • Bir sevgili gibi yakama yapışan uykusuzluk, seninle iyi bir ikili olduk. Acırım yorganlara sarılarak geçirdiğim zamana!
  • Ankara! Çocukluğumun başkenti! Nasıl özlemişim seni, nasıl da sadık kalmışsın bana. Hiç değişmeden, hiç bozmadan kendini. O gri havana laf edenler mümkünse dönüşsüz bir yolculuğa çıkıp terk etsinler seni. Ki biz biliyoruz, her terk ediliş hüsran değildir.
  • İmge, Kızılırmak, Tenedos, Aylak Madam ve daha aklıma gelmeyen nicesi. Hayat öpücüğü verdiniz bana. Nefes oldunuz. Siz bilmiyorsunuz belki ama pilav tavuk satan amcanın gülümsemesi bile kayıtlı hafızamda.
  • İnsan boyunda bir gözyaşı damlası değilim artık. Umut bu cümlenin içine saklanmış. Baştan söyleyeyim de bi ' de aramak için yorulmayalım. Orda bi ' yerde duruyor, gün gelir gösterir elbet kendini.
  • Vicdan azapta gerek.
  • "Olmayan şeyleri yaşama geçirme ve gerçekte var olmayan bir dünyanın varlığına başkalarını da inandırma eylemi" düzenlemeye karar verdim. Yolumuz uzun ey insan! Düş peşime!
  • Ankara'dan ziyade, Ankara'da yaşayan nosta'yı özlemişim ben. Kaybolma endişesi, durak kaçırma telaşı, hava kararırsa korkusu yok. Benim karanlığım, benim gökyüzüm! Her yer tanıdık, her yer benim! Güvendeyim.
  • Gidiş ve dönüş yolunda hiç susmadan, es vermeden Teoman eşlik etti bana. Enfes şarkılar, hani anlatmaya kalksam, beceremez susarım. Sen de dinle, en çok hangisini sevdin sonra söyle bana. Merakımı yollarına seferber etmeyeyim..
  • Yeniden İzmir. Olsun ama. Hafızam buram buram Ankara kokuyor!!
  • "Uyan, nosta! Uyan!" dediniz uyandık bizde. Artık biliyorum, bu dünyada gülümseyen kediler yok. Ama insanlar neden durmadan büyüyüp küçülüyor?!
  • "Tüm iyiliğin filmlerin iyi bitmesini istemek / ama bu kente gelirsen unutma beni ara / sana bir çay ve temiz yaralar ısmarlarım / öfkem geçer dinle yüzümü sevgiyle bakarım / kimse değil seni yalnız ben anlarım." böyle diyor Osman Konuk. Ben Osman'dan yanayım.

29 Mayıs 2011 Pazar

Gidiş / Dönüş Ankara

Ankara / Karanfil

Sen bu satırları okurken ben çocukluğumun başkentinde, o griye çalan, eğri büğrü kaldırımları arşınlıyor olucam sevgili okur. Belki ağlayarak, belki ağız dolusu kahkahalar atarak, eski günleri yâd ederek belki, belki sadece susarak. Ki susmak, içimizden geçenleri sözcüklere hapsetmekten imtina etmek değil midir? 

Çok korkuyorum ey insan! Hani nasıl derler kalbim bir yaprak gibi titriyor. Sevinçten ya da heyecandan değil bu titreyiş. Saf korkudan. Ya bıraktığım gibi değilse.. Ya bıraktığı gibi değilsem korkusu bu.. Düştüm. Ve tüm doğrular etrafa saçıldı. En güvendiklerim, ahmak ayaklarıyla ezdiler. Doğrularım ziyan oldu, ben düştüm, ve dünya bi anda bambaşka bi yer oldu. Ben sana bunları yazarken Teoman en sakin sesiyle şunu söylüyordu,


"Bu hayat da bizi böyle yakamızdan tutacaksa
Hadi böyle yaşa, derken kalbimize sormuş mu?!"

23 Mayıs 2011 Pazartesi

"İnsan Olmak"la Bir Derdimiz Var!


"İnsan olmak ya da olmamak." Ama tüm mesele bu değil sevgili okur. En azından bu filmde öyle. Klasik bir bilim-kurgu değil gözlerinin önüne afişini serdiğim bu film. Donörlar var, evet. İnsan kopyaları. Makina değiller lakin. Bir ruhları var. Sanatla, müzikle, edebiyatla uğraşıyorlar. Okuyorlar, çiziyorlar, ihanet ediyorlar, yalan söylüyorlar,  sevişiyorlar ve evet hüzün onları kimi zaman terk etmiyor, ağlıyorlar. "Biz" gibiler yani. 

Never Let Me Go'da -ismine meftun oldum, bu arada- güzel olan şey, tuhaf kabulleniş. İnsan olmak'la bir dertleri var. Yirmili yaşlarının ortalarında, görevlerini tamamlandıktan sonra ölüme terk edilmek istemiyorlar. Doyasıya, ne olacağını bilmeden yaşamak hevesini taşıyorlar.Hal böyleyken bir kaçış öyküsü de değil bu film. Aslını aramaya da dayanmıyor. Kabullenmenin, kadere razı olmanın, mücadele etmeden boyun eğişin güzelliğini, -asilliğini demeliyim belki- taşıyor. 

Üç arkadaşın okul sıralarına dayanan arkadaşlıklarıyla   başlıyor hikâye. Sıradan bir okul değil burası. Bir donör okulu. Çocuklar günü geldiğinde organlarını bağışlamak için yaşatılıyorlar. Ruhları olup olmadıkları anlaşılsın diye onlara sanat eğitimi de veriliyor. Gün gelip büyüyorlar. Sorgulamadan bir olgunlaşma bu. Aşk karışıyor işin içine. Aşkın olduğu yerde "ihanet" olmaz mı hiç?! O da var elbet. İnsan'a dair her şey, bu "insan olmayan"çocuklar için de geçerli aslında. Tüm bunlar tek bir kapta toplandığında acıklı olmayan ama on numara hüzünlü bir film çıkıyor ortaya.

Never Let Me Go,
  • Adını bir şarkıdan aldığını biliyorum.
  • Aşka inandığını da.
  • İnsana umut bağlayıp, yardım elini açtğını da.
  • Ama sen de şunu bil, iyiler sadece filmlerde kazanır.

20 Mayıs 2011 Cuma

Jack Sparrow Aşık da mı Olurmuş?!


Yalancı, düzenbaz, hilekâr, kaprisli, keyif düşkünü, alkolik, Tanrıtanımaz, insanhiçtanımaz, huysuz, hırsız, kindar, unutmaz, iyi niyet avcısı, düşünme tembeli, korsan! Hayatımda tanıdığım en muhteşem korsan! Kaptan Jack Sparrow, bi kez daha beyazperde de ey insan!

Ahım şahım bir film değil aslında. Bakma ben Johnny Depp'in peşisıra sürükleniyorum.

Kaptan Sparrow hapisten çıkar -kaçar demek daha doğru / onun kafasında her  daim bir B, C, D hatta Q Planı vardır- O zindandayken yerine geçerek, gemisi için tayfa toplayan  "yeni" Kaptan Jack Sparrow'un peşine düşer. Cümbür cemaat "ölümsüzlük suyu"nu aramaya başlarlar sonra. Bir nevî Karayip Korsanları Harikalar Diyarı'nda keşfe çıkıyor diyebiliriz. Uçurumlardan atlamalar, yalanlar, hırsızlıklar, yeniden alevlenen aşklar, büyüler, gemicileri kendilerine aşık eden denizkızları, vodoo bebekler, edilen yeminler, çiğnenen gelecek vaatleri, İspanyollar ve İngilizler arasındaki ezeli rekabetle devam eder film. İki buçuk saatin sonuna geldiğinde aklında kalan iki şey olur sevgili okur,
biri, Johnny Depp'in yalansız, dolansız "iyi" bir oyuncu olduğu
ikincisi, ilahi güzellikte denizkızlarının sahici olma ihtimali.

edit petit: Bu filmde gördük ki, Jack Sparrow'un da bir kalbi varmış, hem de kırık ve yaralı bir kalp.

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Lautréamont ile Hasbıhal

"Ne kadar kitabınız varsa, o kadar yalnızsınız" diyordu şimdi adını hatırlamadığım bir yazar. Sık sık bu cümle geliyor aklıma, "kitaplarımız"a bakıyorum. Yalnızlığımıza bakıyorum. Su içer gibi okuyorum onları, sanki çok susamışım da tek çare onlarmış gibi. Yaraya merhem, geceye ışık, bana dostlarmış gibi. Veda zamanı yakınlaştıkça, ayrılmak zor geliyor. Acı. Yakında "Kelimeler ve Şeyler"i kucağıma alıp, okşarken bulabileceğimden korkuyorum kendimi. Kafayı yemek böyle bi'şey olsa gerek. Kısmet.

Lautréamont okumaya  başladığımı söyledim burdaki "beyaz yakalı"lardan birine. Lautréamont'un bir çeşit zehirli mantar ya da bir tür fasulye olduğunu düşündürdü bana. Yüzüme baktı ve tebessüm etti. İçinden söylediklerini duydum ama ben. "Yalnızsın" dedi, "Buna alış" dedi.

Aç kalacağımızı bile bile para denkleştirir kitap alırdık biz. Sonra gider bi yere oturur, arka kapak yazılarını teker teker okur, fiyat etiketlerini sökerdik tırnaklarımızla. Gülerdik, sen illa ki alıntıları gösterirdin bana. Ben dudak bükerdim. "İki çay söylemiştik orda, biri açık / keşke yalnız bunun için sevseydim beni."





"Uyanma hünsa; uyanma daha. Niçin inanmak istemiyorsun bana? Uyu, hep uyu. Sen mutluluğun çılgınca umudunun peşindeyken göğsün havayla şişsin, izin veriyorum buna; ama açma gözlerini. Ah, açma gözlerini! Seni bu durumda bırakıp gitmek istiyorum, uykudan uyanışına tanık olmamak için. Belki bir gün kalın bir kitabın tutkulu sayfalarında, içeriğinden ve çıkan derslerden ürke ürke öykünü anlatacağım senin. Şimdiye kadar yapamadım bunu; çünkü ne zaman bir girişimde bulunmak istesem, gözyaşı sağnakları iniyordu kağıdın üzerine ve parmaklarım titriyordu, ve elbette yaşlılıktan değil. Ama, bunu göze almak istiyorum sonunda. Senin büyük mutsuzluğunu her düşünüşümde, bir kadından daha güçlü olmadığım, küçük bir kız gibi kendimden geçtiğim için kızıyorum kendime. Uyu, hep uyu, ama açma gözlerini! Her gün, senin için Tanrı'ya yakarmayı unutmayacağım (kendim için olsa kesinlikle yakarmazdım.) İçin rahat olsun!"

Lautréamont / Maldorur'un Şarkıları
Gece Yayınları

15 Mayıs 2011 Pazar

Geçmiş Benim En Sevdiğim Zamandır!

Jessie öldü. 
Telefonda konuşurken kendini vurdu. 


Kartallar ve Melekler'in bitişini beklediğimi müjdelemiştim sevgili okur! O gün, bugündür! Eagles and Angels kulağa çok daha hoş geliyor aslında. Yazar Juli Zeh de aynı fikirde. Romanı yalamış yutmuş, içine çekmiş olan ben içinse isimlere takılmak gereksiz. Çünkü biliyorum ki, Jessie'nin melekleri, Arkan'ın kartallarına her dilde, her daim kafa tutacaklar.

Kısacık bir konu, sonsuza uzanacak bir anlam var kitapta. Bileklerinde kum torbalarıyla yaşayan karakterler, sürekli düşüş, intihar, hukuksuzluk, birbirinin aynı günler, depresyon, çaresizlik, dip ve şimdi'ye tutunma çabası.  Uzun uzadıya anlatmak niyetinde değilim. Kısacık bir alıntı, o kadar. Jessie ve Max'e dair. Ölümden önce, hâlâ umut varken,

"Bugün için çok geç artık, dedim. Gitmem gerekiyor.
Her soluk alışında fısıldar gibi sesler çıkarıyordu; titreyen ellerini sıkıca kavuşturmuştu. Onu böyle görmeye dayanamıyordum. Ceketimde sigara paketimi arayıp buldum, iki sigarayı V şeklinde ağzıma sokup ikisini de yaktım ve birini ona verdim. Sigarayı alabilmek için düğümlenmiş parmaklarını açmak zorunda kaldı.
Jessie, bak yarın yine geleceğim, o zaman bana önemli bir projede yardımcı olabilirsin, dedim.
Sigarasından kısa nefesler çekmeye başlamıştı. Gözleri irileşmiş ve bakışları üzerimde biraz daha yoğunlaşmıştı.
Ne projesi? diye sordu.
Dünyadaki herkese mektup yollayacağız, dedim. Herkes belirli bir gün evinden çıkacak ve aynı yöne koşmaya başlayacak. 
Herkes mi? diye sordu.
Herkes, dedim.
Neden? diye sordu.
Neden de ne demek, dedim. Doğal olarak, dünya küresi ayaklarımızın altında dönmeye başlayacakbiz de uzaya doğru top üzerindeki sirk ayıları gibi hareket edip daha iyi bir güneş sistemi bulmaya çalışacağız.
Gülmeye başladı ve bacak bacak üzerine attı.
Cooper, her zaman çılgınca düşüncelerin vardır,dedi.
Oysa daha önce hiç çılgınca düşüncelerim olmamıştı, yeni edinmeye başlıyordum."

Juli Zeh / Kartallar ve Melekler
Çev: İris Kantemir
Metis Edebiyat

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Söz!

Belki günde beş vakit, üç öğün, akşamları aç karnına, sabahları sok aklına!


There are times when even a historian shouldn't  look at the past. / 
Öyle zamanlar vardır ki, bir tarihçi bile geriye bakmamalıdır.





9 Mayıs 2011 Pazartesi

Tanışmadığımız Gün Çok Güzeldi


"Tanışmış olsaydık, mutlu olabilirdik. Tanışmadığımız gün çok güzeldi. Bardaktan boşanırcasına yağmur inmiş, gökyüzüyle yeryüzünü birleştiren bir köprü olmuştu. Sen bir kafeye sığındın, ben de ısınmak için bir pencere kenarındaydım. Rom ve kurabiye mevsimiydi. Masadaki mumun eriyiğini bardaklarımıza dökerek falcılık yapmaya çalıştık. Kaderimiz, bir bardak sodanın üzerinde yüzen kırmızı balmumu taneciklerinde gizliydi. Salonu bir kadın geçti baştanbaşa, küçük adımlarla. Ağzına kadar dolu bir fincanı iki eliyle tutuyordu. Çok güzeldi.
...
Büyük aşklar tüm engelleri aşar. Büyük aşklar, hiçbir şeyden sakınmaz. Tanışmadığımız o gün, ayrı kafelerde oturuyorduk. Kaderimiz, bir bardak sodanın üzerinde yüzen kırmızı balmumu taneciklerinde gizliydi. Salonu bir kadın geçti baştanbaşa, küçük adımlarla. Ağzına kadar dolu bir fincanı iki eliyle tutuyordu. Sevgilim, çoğu kez olduğu gibi, yine bir ortak noktamız vardı. Sen yalnızdın, ben yalnızdım. Ama bu bile umurumda değil. Çünkü ömrüm oldukça her gün, bıkmadan usanmadan seni bağışlayacağım."
Juli Zeh / 3 Harfli Kelime Aşk
Edit petit: Juli Zeh'i aklının bir köşesine yaz ey okur! Bundan böyle sık sık duyacaksın benden yerlere göklere sığmayışını. Hele bi "Kartallar ve Melekler" bitsin..

Bak bana, sana kızgın bile değilim!


Ben diyorum ki, hiç uyumasak ve sabaha dek bu şarkıyı dinlesek, dünyanın "güzel" olduğuna inanabilir miyiz?! Kesinlikle eveeeet! Sözlere bak ey okur! O kadar çok dinle ki bu şarkıyı, şarkı için olsun / için bu şarkı gibi olsun! Böyle bir içi olsa insanın, "Hoşgeldin aslıma!" dese mesela. 


8 Mayıs 2011 Pazar

Dediler ki..

"Senin bir suçun yok ki.. Sen sahiden bi'şey yapmadın" dedi Pınar.
"Nefse ağır gelen, kulun hakkında hayırlısıdır" dedi peygamber.
"İyi gördüm seni, toparlanmışsın" dedi Çağlar.
"Düşmedim daha" dedi eskilerden bir şarkı.
"Bak, mevsimin geldi. Hadi tatlan çileğim!" dedi Perçem.
"Sen çok üzdün kendini, bence romanını yazmaya devam et!" dedi Çarli.
"Hayra ve şerre inanın!" dedi kitap.
"Ankara'ya geldiğinde Gençlikparkı'nda buluşalım" dedi Okay.
"Biz rengin değil, ara rengin peşindeyiz.." dedi Nilgün Marmara.
"Kuzuların kuzusu.." dedi anane.
"Ben böyleyim, işine gelirse" dedi dünya.
"Yepyeni bi hayat seni bekliyor, gel artık!" dedi Burcu.
"Bir sorun mu var?! İşe hep geç kalıyorsun!" dedi patron.
"Günahıyla, sevabıyla bu senin hayatın. Geri dönüşsüz yaşamayı öğreneceksin!" dedi anne.
"Sen yalnızca kanatlarına güven.." dedi Akgün Akova.
"Ne güzel acı çekiyor bazı kadınlar. Ne çok "güzelleşiyor" acıyla yıkandıkça!" dedi güney.
"Kısa saç sana çok yakıştı." dedi kuaför.
"Demet Akalın'da ağlayacak duruma gelmemizde emeği geçen herkesin ağzına sıçayım!" dedi Nehir.
"İki yanlış bir doğru etmez" dedi Grace.
"Ya ikimiz doğruysak ve geriye kalan herkes yanlışsa.." dedi Axel.
"Bir şeyi yitirmenin verdiği belli belirsiz acıyı duyuyorum, mide seğirmesi gibi bir şey. Bazen azı dişlerim gıcırdıyor. Kuru dudaklarımın birbirinden ayrılırken sürtünmesi, her biri sanki tek tek duyuluyor. Bir lisanı yer gibiyim." dedim.

1 Mayıs 2011 Pazar

Derin Düşünce No: 6 / Ya "Sen" Degilse Konu


  • Herkes gibi değildin sen. Bir oyun olsaydın sadece zekayla çözümlenemezdin. Anlamak lazımdı elbet, kavramak. Ama daha fazlası gerekliydi. Hissetmeliydi insan. 
  • Ben gibi değildin sen. Sigara içtiğinde dumanında kuşlar uçardı mesela. Öyle derin, öyle içten çekerdin dumanı içine. Hayat gibi. İzmaritine kadar yaşamak dedikleri "şey" gerçek olurdu.
  • Sen kızmazdın insanlara, öfken yoktu. İnançlıydın. Tanrı'dan ziyade İnsan'a bağlamıştın umudunu. İntihar etmek ihtimaller arasında yoktu. Bu yüzden sevmezdin canına kıyan insanları. Nilgün Marmara okumazdın, Plath da. Camus hariç. O intihar etmemişti di mi? O sadece bir "kaza"ya kurban vermişti kendini.
  • Gelecek planı yapmazdın. En büyük hayalin bir kahve makinası satın almaktı. Senin yaptığın kahveyle kimse boy ölçüşemezdi. Sıcacık su ve alabildiğine kahve. Senin en büyük sır'rın buydu.
  • Çok güzel susardın. Sigaran, ellerin, dudakların değil yalnızca, miden ve gözlerin de susardı. Kitaplar, filmler, kahveler, biralar susardı. Susmak gerçek manasını bulurdu belki de.
  • Birden çok kitabı aynı anda okurdun. Şaşırırdım ben. Kafam karışırdı. Bazen düşünürdüm, bu birden çok kadını sevebileceğin anlamına da gelir miydi? 
  • Bana hediye ettiğin son kitabı Leyla Müldür'ün  bir şiirleriyle süsledin. Eğri büğrü yazın diyordu ki, "Seni bir gün en yakının ele verirse eğer / Öğren susmasını ve ağlamamasını."
  • Gülüşün vardı bi'de. Şimdi gözlerimi yumduğumda kapkaranlık bir renk gelse de gözlerimin önüne, sesini duyabiliyorum bazı geceler. Çok sesli gülerdin çünkü sen. Her şeyin değişse de, gülüşünün aynı kalmasını isterdim ben hep. Ağzını yaya, kocaman, karnından yükselen bir kahkahan vardı.
  • Pınar, "Hadi seni geçtim, bissürü kitabı kaldı burda, onları da mı merak etmiyor?!" dedi. Bi'şey çıt etti içimde. 

27 Nisan 2011 Çarşamba

Penye ve Hakikat

Bazen bi bulantıdır geliyor, can sıkıcı. Şiir okumak yine de iyidir. Osman Konuk okumak da iyidir. "Penyelere iman etmemeliyiz, astralara ve iphonelara da" diyor usuyitik. Haklı. 


iyiydik. penyelere inanıyorduk
doğum günü şarkılarına, pastalara ve mumu üfleyen kişiye
iy ki doğmuş olmanın neşeli gerekliliğine
kimyaya, ölçü ve tartı aletlerine inanıyorduk
adı fatma, fatma'ya hemen inanıyorduk
sergio leona'ya, elektrik enerjisine
adı ali, ali'ye niçin inanmayalım


iyiydik

ikinci tokatları kültürel fark kuramıyla açıklıyorduk

birincisi doğaçlamaydı zaten
üçüncü tokat ama insan haklarına aykırı
insan haklarına inanıyorduk
john locke'a ve john wayne'e
bir yerden bir yere gitmeye inanıyorduk
montlara, pamuk tarlalarına, virginia tütününe



ölülerin yönetimindeki dirilerin savaşına

ama en çok penyelere

"lili marlen şarkısı ne kederlidir"
aldık, kabul ettik; çok kederlidir
buralarda bir yerdeydi, ona da inanıyorduk
her neydiyse zaten şüphe yok inanmamıza
el kameralarına, merhamete… reno toros'a
nerdeyse iman edecektik üretimden kalkmasa



iyiydik

penyelere inanıyorduk. monogamiye ve sürprizlere

sürpriz diyen bir ağzın kibirli büzülüşüne
bikini adasına ve bahçıvan pantolonlara
kremlere ve troçki'nin dürüst biri olduğuna nedense
kiraz zamanına, tanpınar' a
istanbul dünya başkentidir cümlesine ve kepekli pirince



kayıp kardeşlere, ölü dillere, mühendislere

kayıp kardeş fikrinde kulağa hoş gelen bir şey yok mu

jodie foster'a ; hep beraber
elmalılı tefsirine, bir kısmımız
çok azımız karabaş tecvidine



terlemeye, rutubete, madonna'ya

vatan değerli bir arsadır, millî emlakçılara

devlet demiryollarına ve halkın karayollarına
çift güllü yasin kitaplarına
mor beyaz afyon çiçeklerine değil ama
bir daha: çift güllü yasin kitaplarına



kendine iyi bak dileklerine; görüşürüz

niye görüşeceksek

şadırvanlara, antik dünyaya; roma ve üç kıtaya
sözleşmelere ve sosyal sigortalara
yerlere tükürmemeye
-göklere tükürebilirsiniz-
israiloğulları israilkızlarını öldürürken
iyiydik, penyelere inanıyorduk


23 Nisan 2011 Cumartesi

Virginia'nın Dalgalar'la imtihanı


Bilen bilir ey insan, bu aralar bi Virginia sevdası aldı beni. Aşırı bi heves, tuhaf bi buyurganlıkla okutuyor kendini. Çoğu zaman onu anlayamadığımı ve bu kısıtlı algımla asla anlayamayacağımı bilsem de vazgeçmedim Dalgalar'ın sayfalarını çevirmekten. Aşk'ın, intikam'ın, şiir'in, dostluğun, ölüm'ün, yalnızlık'ın altını öyle derin çizmiş ki.. Öyle saf ve öylesine umutsuz ki.

Onlarca satır var kurşun kalemimle işaretlediğim. Ama her zaman yaptığım hatayı bu defa yapmayacağım. Aşkla, aşkın o eşsiz hüsranıyla kirletmeyeceğim Virginia'yı. Bir tanesini seçtim senin için. İnsan'ı anlatanı. Seni anlatanı. Oku bak, gerçekle yüzleşmek ne kadar ızdırap verici.

"Ah insanlar, nasıl da nefret ettim sizden! Nasıl da dirsek vurdunuz, nasıl da önümü kestiniz. Oxford Caddesi'nde nasıl da iğrenç görünüyordunuz, yeraltı treninde karşılıklı oturup birbirinize gözlerinizi diktiğinizde nasıl da pistiniz! Şimdi tepesinden Afrika'yı göreceğim bu dağa tırmanırken bilincim sizin kahverengi kâğıt paketlerinizle, yüzlerinizle boyalı. Siz lekelediniz beni, çürüttünüz. Öyle de kötü kokuyordunuz, kapıların dışında, bilet almak için kuyruk olduğunuzda. Hepiniz gri ve kahverenginin bulanık gölgeleri içindeydiniz, bir şapkaya iliştiriliverilmiş tek mavi tüy bile yoktu. Hiçbiriniz şu olmaktansa bu olma yürekliliğini gösteremiyordunuz. Bir tek günü geçirmek için ruhlarınızda nasıl bozulma olması gerekiyor; ne yalanlar,eğilmeler, kazıp bir şeyler çıkartmalar, düzgün konuşmalar, kölelikler! Nasıl da zincirlediniz beni bir noktaya, bir saate,bir sandalyeye, kendinizi de karşıma oturttunuz! Saatler arasında uzanan beyaz boşlukları nasıl da kaptınız benden; kirli topaklar yaptınız yuvarlayıp onları, çöp kutusuna attınız yağlı pençelerizle. Oysa onlar hayatımdı benim."

19 Nisan 2011 Salı

Derin Düşünce No: 5 / Kahve ve Sigara Birlikteliği


  • Verilen sözlerin tutulduğu nerde görülmüş?! Sen hep kendini kandırdın nosta!
  • "Sabrettiğiniz için size selam olsun!" diyor göklerden inen bir kitapta. Aldım başımın üstüne koydum.
  • Onlarca kitapla aynı odada kalma korkusu, peşisıra umutsuzluğu da sürüklüyor. Odalar değişiyor sonra, çekyatlara talim başlıyor. Yeni  nevresim takımları, olmadık yastık yüzleri değiyor yüzüne. Olsun, kaçış da bir eylemdir!
  • Kimse kimsenin dilinden anlamıyor. Neden böyle ki?! "Sitemkâr bir insan olmaya başladın nosta, bu böyle olmaz" diyor içsesim.
  • "Süperman, süperman olmak lazım bazen!"
  • Günde iki paket sigara içmek derde deva değilmiş. Bunu da tecrübeyle sabitledik. Sıradaki.
  • Her kitabın bir yaşı var, derlerdi inanmazdım. "Şimdi" doğru zamanmış Virginia Woolf'a başlamak için.
  • Engizisyona "Siz ne derseniz deyin, Dünya yine de dönüyor" diyen Galilei'in idam cezası 1642'de gerçekleştirildi. 1992 yılına gelindiğinde Kilise yapılan infazın bir "hata" olduğunu açıkladı ve "özür" diledi. Peki, bir özür neyi değiştirir ey insan?!
  • Deadgirl diye bir film var imiş. İsmine bakıp aldanmayasın ey okur! Korku filmi deyip geçmeyesin. O film ki, gerçek'i vuruyor yüzüne. İnsan, kötüdür diyor. Zaman ayır, izle!
  • Uğruna ölünebilecek tek insan bulsam, bi nanosaniye bile durmaz, atardım kendimi camdan!
  • Kahve falları geleceği hiç mi hiç yansıtmıyor. Akıl edemediğim onca şey arasında bu da var. Artık büyü nosta!
  • Ananem yalnız kalmasın diye ona aldığımız minicik kuşu, "kuzucum" diye seviyor. Yaşlanmayı çekiyor canım!
  • Bu blogda kayıp bir "mart ayı" var. Arşivde eksik bir parça. 
  • Neyse ki hayaletlere ve pana inanıyorum. Bi de limonlu sodayla, krokanlı pastaya.
  • "Şimdi biz mutluluğumuz kadar uzun sürecek bir mutsuzluğa hazırlanmalıydık." diye yazıyordu okurken titrediğim o kara kitapta.

13 Nisan 2011 Çarşamba

Nosta Nasıl Yalnız Kaldı?!


- Meraba, ben nosta. Terk edildim!


1. Gün:
Çok çok  çok ağladım. Dostlarıma kalsa mutsuzluktan ölen ilk insan olacaktım. Ve fiyakalı bir cenaze töreni düzenleyeceklerdi bana. Dünyanın Kafka Kıyısı'nda deniz manzaralı bir yer bulmuşlardı bile.
Olamazdı, gerçek değildi. Birazdan birileri uyandıracaktı beni. Her şeyin bir rüya olduğunu görüp, şükredicektim. Olmadı.

2.Gün:
Çok çok ağladım. Sesim boğazımda bir hırıltıya dönüşüyordu. Nefes alamıyordum. Gözlerim Sahra Çölü'ne dönmüştü sanki. Bi damlacık gözyaşı yoktu. Sadece ölüm döşeğindekilerin o son nefesini hatırlatan garip hırıltı. Romantik bir yazar olsaydı, şöyle izah ederdi durumu Tanrı,
"Ben aşk'ı siz faniler mutlu olsun diye yarattım
Bilemedim onu oyuncak edeceğinizi.
Bu kadar üzülüp,
Son nefesinizi arar hale geleceğinizi."

3.Gün
Çok ağladım. Ağlarken düşünebildiğime göre iki gün öncesine nazaran daha iyi bir durumda olduğum söylenebilirdi. İnsanın neden ağladığını düşünüyordum. Gözyaşının tükenen ama yenilenebilen kaynağını. Merhametli olanlar usulca yanıma sokulup, sıcacık gözyaşlarımı elleriyle siliyor, "Lütfen ağlama" diyorlardı. Kindar olanlar "Sen hakkettin bunları, bu kadar şımartırsan olacağı buydu!" diye çivi çakıyorlardı çaresizlikten parçalanmış kalbime.

4.Gün
Ağladım. Onun hediyesi olan, tüm bu karmaşa sebebiyle yarım bıraktığım kitaba yeniden başladım. "Kimseye 'kötüdür' deme, onlar bilmeden iyilik edenlerdir." diye yazıyordu son sayfalarda. Avunmaya çalıştım. İstedim ki yeniden heveslenebileyim. Mutlu sonlu filmlere, karşılaşmamız imkansız olsa da roman kahramanlarına, bembeyaz defterlere verdim kalbimi. Uzun uzun uyudum.
.
.
.
.
.
.
.


Bugün
O hırıltılı sessizliğimin, o "ama ben çok özlüyorum"ların yerini herhangi bi'şeyle dolması muhtemel tuhaf bi boşluk aldı şimdi. Gittiğimiz barlar, cafeler, önünden geçtiğimiz apartmanlar, beklediğimiz duraklar yıkılsın istedim. İzlediğimiz filmler hiç çekilmemiş olsun, oturduğu koltuk parçalansın, almadan gittiği yüzlerce kitap, evvel zamanlarda aşkla ve umutla yazılmış onlarca sayfa mektup alev alev yansın istedim. Dünya bambaşka bir yer olsun istedim. Olmadı. Olmasını beklemek saçmalıkların daniskasıydı.

Bugün, olabileceğimi sandığımdan çok daha iyiyim. Gerçekle giriştiğim bir savaştan daha tarihî bir yenilgiyle çıktım. İş ki, savaşacak gücü yeniden bulabilmekte.

"Kardia moro mu kardia
Kalsın üstü aşkımın dönme bir daha.." 



Related Posts with Thumbnails