3 Haziran 2011 Cuma

Barbe Bleue Gibi..



Zamanı durduramadım belki, ama akrebi kırdım. Zehrini akıttı. Hiç yoktan iyi. En azından zaman daha geç ilerliyor artık.
Sırlar geceleri sayıklamaktan korktuğumuz şeylerdir. La Joconde’u Louvre’dan çalmam gibi. Öte yandan bütün bir yılı mum çiçeğinin açmasını bekleyerek geçirmek kötü bir şeydir, çünkü o genellikle açmaz.
Dün gece, yeniden aklıma düştüğün de, bana okumam için bıraktığın tüm kitapları rengârenk kalemlerle boyayıp, sayfalarına balıklar, papatyalar, uçan filler çizip, içlerine “üzgünüm, ben yaptım” yazan bir not bırakmak istedim. Tabii ki kendi iyiliğim için yapmadım.
Çiçekler geceleri düşman, gündüzleri dosttur. Ama sen yine de olmayan kardeşin en sevdiğin kaktüsünü kırınca kızma ona. Çünkü o daha küçük. Onun yaptığı resimleri sakla, büyüyünce gösterirsin. Peki, çizmelerini yamamama izin verir misin?
Küçük öyküler yazamıyorsun değil mi? New Model Army’de dinlemezsin. Peki Don Camillo’ya gülüyor musun? Hiç samanlığın tepesinde boylu boyunca uzanıp yıldızları seyretmek istedin mi? (zatürre olmadan) Sorgusuz sualsiz çıkıp gelir misin? Hiç bilmediğin bir şarkıyı çalar mısın benim için?  Barbe Bleue gibi. Peki bana her gece Borges’in olağanüstü masallarından birini anlatır mısın?
Hasta mısın yoksa? Dur ben sana bir hikâye anlatayım, hemen geçer. Hangisini istersin? Koca karınlı benekli dinozorla, pembe kürklü maymunun aşkını mı, yoksa denizyıldızıyla denizkestanesininkini mi? Yerinde olsam denizyıldızıyla denizkestanesinin hikâyesini dinlemek istemezdim, çünkü o çok acıklı. Hikâyenin sonunda denizkestanesini çizip sobanın üstünde közlüyorlar. Bir de yosun ritminde dans eden balıkların hikâyesi var, ama onu ben de bilmiyorum.
Dün akşamüzeri Mikado’yu gördüm. Çöpleri topluyordu. Elinde bir çalı süpürgesi ve uzun saçlı faraş vardı. Ona baktığımı görünce, sinirli sinirli:
“Aşkınızı arıyorsanız onu ben süpürmedim,” dedi.
“Hiç olmayan şey kaybolur mu?”

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails