29 Mayıs 2011 Pazar

Gidiş / Dönüş Ankara

Ankara / Karanfil

Sen bu satırları okurken ben çocukluğumun başkentinde, o griye çalan, eğri büğrü kaldırımları arşınlıyor olucam sevgili okur. Belki ağlayarak, belki ağız dolusu kahkahalar atarak, eski günleri yâd ederek belki, belki sadece susarak. Ki susmak, içimizden geçenleri sözcüklere hapsetmekten imtina etmek değil midir? 

Çok korkuyorum ey insan! Hani nasıl derler kalbim bir yaprak gibi titriyor. Sevinçten ya da heyecandan değil bu titreyiş. Saf korkudan. Ya bıraktığım gibi değilse.. Ya bıraktığı gibi değilsem korkusu bu.. Düştüm. Ve tüm doğrular etrafa saçıldı. En güvendiklerim, ahmak ayaklarıyla ezdiler. Doğrularım ziyan oldu, ben düştüm, ve dünya bi anda bambaşka bi yer oldu. Ben sana bunları yazarken Teoman en sakin sesiyle şunu söylüyordu,


"Bu hayat da bizi böyle yakamızdan tutacaksa
Hadi böyle yaşa, derken kalbimize sormuş mu?!"

23 Mayıs 2011 Pazartesi

"İnsan Olmak"la Bir Derdimiz Var!


"İnsan olmak ya da olmamak." Ama tüm mesele bu değil sevgili okur. En azından bu filmde öyle. Klasik bir bilim-kurgu değil gözlerinin önüne afişini serdiğim bu film. Donörlar var, evet. İnsan kopyaları. Makina değiller lakin. Bir ruhları var. Sanatla, müzikle, edebiyatla uğraşıyorlar. Okuyorlar, çiziyorlar, ihanet ediyorlar, yalan söylüyorlar,  sevişiyorlar ve evet hüzün onları kimi zaman terk etmiyor, ağlıyorlar. "Biz" gibiler yani. 

Never Let Me Go'da -ismine meftun oldum, bu arada- güzel olan şey, tuhaf kabulleniş. İnsan olmak'la bir dertleri var. Yirmili yaşlarının ortalarında, görevlerini tamamlandıktan sonra ölüme terk edilmek istemiyorlar. Doyasıya, ne olacağını bilmeden yaşamak hevesini taşıyorlar.Hal böyleyken bir kaçış öyküsü de değil bu film. Aslını aramaya da dayanmıyor. Kabullenmenin, kadere razı olmanın, mücadele etmeden boyun eğişin güzelliğini, -asilliğini demeliyim belki- taşıyor. 

Üç arkadaşın okul sıralarına dayanan arkadaşlıklarıyla   başlıyor hikâye. Sıradan bir okul değil burası. Bir donör okulu. Çocuklar günü geldiğinde organlarını bağışlamak için yaşatılıyorlar. Ruhları olup olmadıkları anlaşılsın diye onlara sanat eğitimi de veriliyor. Gün gelip büyüyorlar. Sorgulamadan bir olgunlaşma bu. Aşk karışıyor işin içine. Aşkın olduğu yerde "ihanet" olmaz mı hiç?! O da var elbet. İnsan'a dair her şey, bu "insan olmayan"çocuklar için de geçerli aslında. Tüm bunlar tek bir kapta toplandığında acıklı olmayan ama on numara hüzünlü bir film çıkıyor ortaya.

Never Let Me Go,
  • Adını bir şarkıdan aldığını biliyorum.
  • Aşka inandığını da.
  • İnsana umut bağlayıp, yardım elini açtğını da.
  • Ama sen de şunu bil, iyiler sadece filmlerde kazanır.

20 Mayıs 2011 Cuma

Jack Sparrow Aşık da mı Olurmuş?!


Yalancı, düzenbaz, hilekâr, kaprisli, keyif düşkünü, alkolik, Tanrıtanımaz, insanhiçtanımaz, huysuz, hırsız, kindar, unutmaz, iyi niyet avcısı, düşünme tembeli, korsan! Hayatımda tanıdığım en muhteşem korsan! Kaptan Jack Sparrow, bi kez daha beyazperde de ey insan!

Ahım şahım bir film değil aslında. Bakma ben Johnny Depp'in peşisıra sürükleniyorum.

Kaptan Sparrow hapisten çıkar -kaçar demek daha doğru / onun kafasında her  daim bir B, C, D hatta Q Planı vardır- O zindandayken yerine geçerek, gemisi için tayfa toplayan  "yeni" Kaptan Jack Sparrow'un peşine düşer. Cümbür cemaat "ölümsüzlük suyu"nu aramaya başlarlar sonra. Bir nevî Karayip Korsanları Harikalar Diyarı'nda keşfe çıkıyor diyebiliriz. Uçurumlardan atlamalar, yalanlar, hırsızlıklar, yeniden alevlenen aşklar, büyüler, gemicileri kendilerine aşık eden denizkızları, vodoo bebekler, edilen yeminler, çiğnenen gelecek vaatleri, İspanyollar ve İngilizler arasındaki ezeli rekabetle devam eder film. İki buçuk saatin sonuna geldiğinde aklında kalan iki şey olur sevgili okur,
biri, Johnny Depp'in yalansız, dolansız "iyi" bir oyuncu olduğu
ikincisi, ilahi güzellikte denizkızlarının sahici olma ihtimali.

edit petit: Bu filmde gördük ki, Jack Sparrow'un da bir kalbi varmış, hem de kırık ve yaralı bir kalp.

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Lautréamont ile Hasbıhal

"Ne kadar kitabınız varsa, o kadar yalnızsınız" diyordu şimdi adını hatırlamadığım bir yazar. Sık sık bu cümle geliyor aklıma, "kitaplarımız"a bakıyorum. Yalnızlığımıza bakıyorum. Su içer gibi okuyorum onları, sanki çok susamışım da tek çare onlarmış gibi. Yaraya merhem, geceye ışık, bana dostlarmış gibi. Veda zamanı yakınlaştıkça, ayrılmak zor geliyor. Acı. Yakında "Kelimeler ve Şeyler"i kucağıma alıp, okşarken bulabileceğimden korkuyorum kendimi. Kafayı yemek böyle bi'şey olsa gerek. Kısmet.

Lautréamont okumaya  başladığımı söyledim burdaki "beyaz yakalı"lardan birine. Lautréamont'un bir çeşit zehirli mantar ya da bir tür fasulye olduğunu düşündürdü bana. Yüzüme baktı ve tebessüm etti. İçinden söylediklerini duydum ama ben. "Yalnızsın" dedi, "Buna alış" dedi.

Aç kalacağımızı bile bile para denkleştirir kitap alırdık biz. Sonra gider bi yere oturur, arka kapak yazılarını teker teker okur, fiyat etiketlerini sökerdik tırnaklarımızla. Gülerdik, sen illa ki alıntıları gösterirdin bana. Ben dudak bükerdim. "İki çay söylemiştik orda, biri açık / keşke yalnız bunun için sevseydim beni."





"Uyanma hünsa; uyanma daha. Niçin inanmak istemiyorsun bana? Uyu, hep uyu. Sen mutluluğun çılgınca umudunun peşindeyken göğsün havayla şişsin, izin veriyorum buna; ama açma gözlerini. Ah, açma gözlerini! Seni bu durumda bırakıp gitmek istiyorum, uykudan uyanışına tanık olmamak için. Belki bir gün kalın bir kitabın tutkulu sayfalarında, içeriğinden ve çıkan derslerden ürke ürke öykünü anlatacağım senin. Şimdiye kadar yapamadım bunu; çünkü ne zaman bir girişimde bulunmak istesem, gözyaşı sağnakları iniyordu kağıdın üzerine ve parmaklarım titriyordu, ve elbette yaşlılıktan değil. Ama, bunu göze almak istiyorum sonunda. Senin büyük mutsuzluğunu her düşünüşümde, bir kadından daha güçlü olmadığım, küçük bir kız gibi kendimden geçtiğim için kızıyorum kendime. Uyu, hep uyu, ama açma gözlerini! Her gün, senin için Tanrı'ya yakarmayı unutmayacağım (kendim için olsa kesinlikle yakarmazdım.) İçin rahat olsun!"

Lautréamont / Maldorur'un Şarkıları
Gece Yayınları

15 Mayıs 2011 Pazar

Geçmiş Benim En Sevdiğim Zamandır!

Jessie öldü. 
Telefonda konuşurken kendini vurdu. 


Kartallar ve Melekler'in bitişini beklediğimi müjdelemiştim sevgili okur! O gün, bugündür! Eagles and Angels kulağa çok daha hoş geliyor aslında. Yazar Juli Zeh de aynı fikirde. Romanı yalamış yutmuş, içine çekmiş olan ben içinse isimlere takılmak gereksiz. Çünkü biliyorum ki, Jessie'nin melekleri, Arkan'ın kartallarına her dilde, her daim kafa tutacaklar.

Kısacık bir konu, sonsuza uzanacak bir anlam var kitapta. Bileklerinde kum torbalarıyla yaşayan karakterler, sürekli düşüş, intihar, hukuksuzluk, birbirinin aynı günler, depresyon, çaresizlik, dip ve şimdi'ye tutunma çabası.  Uzun uzadıya anlatmak niyetinde değilim. Kısacık bir alıntı, o kadar. Jessie ve Max'e dair. Ölümden önce, hâlâ umut varken,

"Bugün için çok geç artık, dedim. Gitmem gerekiyor.
Her soluk alışında fısıldar gibi sesler çıkarıyordu; titreyen ellerini sıkıca kavuşturmuştu. Onu böyle görmeye dayanamıyordum. Ceketimde sigara paketimi arayıp buldum, iki sigarayı V şeklinde ağzıma sokup ikisini de yaktım ve birini ona verdim. Sigarayı alabilmek için düğümlenmiş parmaklarını açmak zorunda kaldı.
Jessie, bak yarın yine geleceğim, o zaman bana önemli bir projede yardımcı olabilirsin, dedim.
Sigarasından kısa nefesler çekmeye başlamıştı. Gözleri irileşmiş ve bakışları üzerimde biraz daha yoğunlaşmıştı.
Ne projesi? diye sordu.
Dünyadaki herkese mektup yollayacağız, dedim. Herkes belirli bir gün evinden çıkacak ve aynı yöne koşmaya başlayacak. 
Herkes mi? diye sordu.
Herkes, dedim.
Neden? diye sordu.
Neden de ne demek, dedim. Doğal olarak, dünya küresi ayaklarımızın altında dönmeye başlayacakbiz de uzaya doğru top üzerindeki sirk ayıları gibi hareket edip daha iyi bir güneş sistemi bulmaya çalışacağız.
Gülmeye başladı ve bacak bacak üzerine attı.
Cooper, her zaman çılgınca düşüncelerin vardır,dedi.
Oysa daha önce hiç çılgınca düşüncelerim olmamıştı, yeni edinmeye başlıyordum."

Juli Zeh / Kartallar ve Melekler
Çev: İris Kantemir
Metis Edebiyat

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Söz!

Belki günde beş vakit, üç öğün, akşamları aç karnına, sabahları sok aklına!


There are times when even a historian shouldn't  look at the past. / 
Öyle zamanlar vardır ki, bir tarihçi bile geriye bakmamalıdır.





9 Mayıs 2011 Pazartesi

Tanışmadığımız Gün Çok Güzeldi


"Tanışmış olsaydık, mutlu olabilirdik. Tanışmadığımız gün çok güzeldi. Bardaktan boşanırcasına yağmur inmiş, gökyüzüyle yeryüzünü birleştiren bir köprü olmuştu. Sen bir kafeye sığındın, ben de ısınmak için bir pencere kenarındaydım. Rom ve kurabiye mevsimiydi. Masadaki mumun eriyiğini bardaklarımıza dökerek falcılık yapmaya çalıştık. Kaderimiz, bir bardak sodanın üzerinde yüzen kırmızı balmumu taneciklerinde gizliydi. Salonu bir kadın geçti baştanbaşa, küçük adımlarla. Ağzına kadar dolu bir fincanı iki eliyle tutuyordu. Çok güzeldi.
...
Büyük aşklar tüm engelleri aşar. Büyük aşklar, hiçbir şeyden sakınmaz. Tanışmadığımız o gün, ayrı kafelerde oturuyorduk. Kaderimiz, bir bardak sodanın üzerinde yüzen kırmızı balmumu taneciklerinde gizliydi. Salonu bir kadın geçti baştanbaşa, küçük adımlarla. Ağzına kadar dolu bir fincanı iki eliyle tutuyordu. Sevgilim, çoğu kez olduğu gibi, yine bir ortak noktamız vardı. Sen yalnızdın, ben yalnızdım. Ama bu bile umurumda değil. Çünkü ömrüm oldukça her gün, bıkmadan usanmadan seni bağışlayacağım."
Juli Zeh / 3 Harfli Kelime Aşk
Edit petit: Juli Zeh'i aklının bir köşesine yaz ey okur! Bundan böyle sık sık duyacaksın benden yerlere göklere sığmayışını. Hele bi "Kartallar ve Melekler" bitsin..

Bak bana, sana kızgın bile değilim!


Ben diyorum ki, hiç uyumasak ve sabaha dek bu şarkıyı dinlesek, dünyanın "güzel" olduğuna inanabilir miyiz?! Kesinlikle eveeeet! Sözlere bak ey okur! O kadar çok dinle ki bu şarkıyı, şarkı için olsun / için bu şarkı gibi olsun! Böyle bir içi olsa insanın, "Hoşgeldin aslıma!" dese mesela. 


8 Mayıs 2011 Pazar

Dediler ki..

"Senin bir suçun yok ki.. Sen sahiden bi'şey yapmadın" dedi Pınar.
"Nefse ağır gelen, kulun hakkında hayırlısıdır" dedi peygamber.
"İyi gördüm seni, toparlanmışsın" dedi Çağlar.
"Düşmedim daha" dedi eskilerden bir şarkı.
"Bak, mevsimin geldi. Hadi tatlan çileğim!" dedi Perçem.
"Sen çok üzdün kendini, bence romanını yazmaya devam et!" dedi Çarli.
"Hayra ve şerre inanın!" dedi kitap.
"Ankara'ya geldiğinde Gençlikparkı'nda buluşalım" dedi Okay.
"Biz rengin değil, ara rengin peşindeyiz.." dedi Nilgün Marmara.
"Kuzuların kuzusu.." dedi anane.
"Ben böyleyim, işine gelirse" dedi dünya.
"Yepyeni bi hayat seni bekliyor, gel artık!" dedi Burcu.
"Bir sorun mu var?! İşe hep geç kalıyorsun!" dedi patron.
"Günahıyla, sevabıyla bu senin hayatın. Geri dönüşsüz yaşamayı öğreneceksin!" dedi anne.
"Sen yalnızca kanatlarına güven.." dedi Akgün Akova.
"Ne güzel acı çekiyor bazı kadınlar. Ne çok "güzelleşiyor" acıyla yıkandıkça!" dedi güney.
"Kısa saç sana çok yakıştı." dedi kuaför.
"Demet Akalın'da ağlayacak duruma gelmemizde emeği geçen herkesin ağzına sıçayım!" dedi Nehir.
"İki yanlış bir doğru etmez" dedi Grace.
"Ya ikimiz doğruysak ve geriye kalan herkes yanlışsa.." dedi Axel.
"Bir şeyi yitirmenin verdiği belli belirsiz acıyı duyuyorum, mide seğirmesi gibi bir şey. Bazen azı dişlerim gıcırdıyor. Kuru dudaklarımın birbirinden ayrılırken sürtünmesi, her biri sanki tek tek duyuluyor. Bir lisanı yer gibiyim." dedim.

1 Mayıs 2011 Pazar

Derin Düşünce No: 6 / Ya "Sen" Degilse Konu


  • Herkes gibi değildin sen. Bir oyun olsaydın sadece zekayla çözümlenemezdin. Anlamak lazımdı elbet, kavramak. Ama daha fazlası gerekliydi. Hissetmeliydi insan. 
  • Ben gibi değildin sen. Sigara içtiğinde dumanında kuşlar uçardı mesela. Öyle derin, öyle içten çekerdin dumanı içine. Hayat gibi. İzmaritine kadar yaşamak dedikleri "şey" gerçek olurdu.
  • Sen kızmazdın insanlara, öfken yoktu. İnançlıydın. Tanrı'dan ziyade İnsan'a bağlamıştın umudunu. İntihar etmek ihtimaller arasında yoktu. Bu yüzden sevmezdin canına kıyan insanları. Nilgün Marmara okumazdın, Plath da. Camus hariç. O intihar etmemişti di mi? O sadece bir "kaza"ya kurban vermişti kendini.
  • Gelecek planı yapmazdın. En büyük hayalin bir kahve makinası satın almaktı. Senin yaptığın kahveyle kimse boy ölçüşemezdi. Sıcacık su ve alabildiğine kahve. Senin en büyük sır'rın buydu.
  • Çok güzel susardın. Sigaran, ellerin, dudakların değil yalnızca, miden ve gözlerin de susardı. Kitaplar, filmler, kahveler, biralar susardı. Susmak gerçek manasını bulurdu belki de.
  • Birden çok kitabı aynı anda okurdun. Şaşırırdım ben. Kafam karışırdı. Bazen düşünürdüm, bu birden çok kadını sevebileceğin anlamına da gelir miydi? 
  • Bana hediye ettiğin son kitabı Leyla Müldür'ün  bir şiirleriyle süsledin. Eğri büğrü yazın diyordu ki, "Seni bir gün en yakının ele verirse eğer / Öğren susmasını ve ağlamamasını."
  • Gülüşün vardı bi'de. Şimdi gözlerimi yumduğumda kapkaranlık bir renk gelse de gözlerimin önüne, sesini duyabiliyorum bazı geceler. Çok sesli gülerdin çünkü sen. Her şeyin değişse de, gülüşünün aynı kalmasını isterdim ben hep. Ağzını yaya, kocaman, karnından yükselen bir kahkahan vardı.
  • Pınar, "Hadi seni geçtim, bissürü kitabı kaldı burda, onları da mı merak etmiyor?!" dedi. Bi'şey çıt etti içimde. 
Related Posts with Thumbnails