22 Nisan 2009 Çarşamba
almodovar teoremi
Gök mavisi, kan kırmızı, hayal pembesi, ve dokunulmamış beyaz ve içinden neler geçtiği ancak çok sonraları anlaşılabilir gece siyahları. Renklerin içinden geçen kadınlar ve erkekler. Ve hangi dünyaya ait olduğunu bilmeyenler, yollarını, hayallerini, cinsiyetlerini, aşklarını kaybedenler.. her şeyin kırılgan ve titreyen bir ışıktan ibaret olduğu anlar.
Tüm bu okuduklarınıza Almodovar’ın herhangi bir filminin herhangi bir karesinde rastlayabilirsiniz. Görmeyi reddedemezsiniz, çünkü tüm film bunlar üzerine kurulmuştur. Bir sac ayağı gibi, bir tarafta fosforlu renkler, bir tarafta kadınlar ve bir tarafta da kadın mı erkek mi belli olmayanların şüpheli dünyası. Konumuz Almodovar ve “şüpheli dünyalar” olsaydı, burdan devam edebilirdik. Fakat konumuz, Almodovar’ı da içine alan, onu yönetmen koltuğundan kaldırıp, “kahraman” yapan bir kitap üzerine: Almodovar Teoremi.
Bu kitap bir otobiyografik roman ama sanıldığı gibi bir bedenin biyografisi değil, bir ruhun biyografisi anlatılan ve tıpkı Almodovar filmlerinde olduğu gibi. Biraz uçuk, çok renkli, (pembe ve kocaman ve bir evin terasında yaşayan ve özel günlerde kestane şekeri yiyen bir geyik kitabın en önemli kahramanı) gözyaşartan bir dram, yalnızlığın öğrenilmesi üzerine.
Bir gece aniden yola fırlayan bir geyik, korkunç bir kaza, kazada ölen bir sevgili, yok olan bir yüz, uçup giden hayaller, yalnız ve düşünerek geçen bir yaşam.
Kahramanımız Antoni Casas Ros. Bu yazarın gerçek kimliği ve o bir matematikçi. Asla fotoğraf ve röportaj vermiyor, hayatını internet üzerinden matematik dersleri vererek kazanıyor ve bir gün yaşadıklarını yazmaya karar veriyor.
Küçük ve sürekli köşelerine çarptığı dar bir hayatı var, Almodovar’la tanışıp, o eşsiz ve renkli adamın hayatını filme çekmesini bekliyor. Günün birinde tesafüden (ah bu tesadüfler, her yerdeler) Almodovar’la tanışıyor ve “film olma” hayali gerçekleşiyor. Sonrasında Almodovar sayesinde bir transeksüelle tanışıyor. Yazarın deyimiyle yarağı olan bir kadın: Lisa. Hayatı değişmeye başlıyor. Çekildiği inziva son buluyor, buna karşı koymak istese bile bu çok zor. Sevilmek, yıllar sonra yeniden kasıklarının yanması heyecan verici olmalı. Hayır diyemiyor. Bir yandan hayatını yazıp Almodovar’ın evinde deneme çekimleri yapmasını beklerken bir yandan da aşk’ını yaşıyor. Üstelik maskesiz bir aşk. Yok olan yüzünden tiksinmeyen kadın Lisa (annesinin dışında elbette) ona bir maske yapıyor, tıpkı karnavallarda veyahut Almodovar filmlerinde görebileceğimiz türden bir maske. Yeniden insan içine çıkıyor, hayata, birbirini kesen kalabalık sokaklara bırakıyor kendini. Bunların tümünü günışığında yapıyor üstelik. Bu yürüyüşlerden birinde bir geyik çıkıyor karşısına. Kazada onu suretsiz bırakan, sevgilisinin ölmesine sebep olan geyik. Lisa, geyik, maske ve O, bir arada, sıkça hayatı, aşkı, güzelliği ve çirkinliği sorgulayarak aynı evi paylaşmaya başlıyorlar. Çocukluğu kopup geliyor bazen eski günlerden, küserek ayrıldığı babasını anımsıyor, ya da ilk aşkı Caroline’ı.
Pusulası daima güneyi gösteriyor, limansız bir kentte hayatta yaşayamaz, Lisa olmadan yaşama ihtimali üzerine yoğunlaşıyor, asla ameliyat olmak istemiyor, ve yeryüzünde her şeyin bir denklemi olduğuna inanıyor. Aşk’ın, doğa’nın, su’yun, nefret’in, sevinç’in, renkler’in ve tabii Almodovar’ın.
“Almodovar Teoremi’ni oluşturuyorum: korkunç bir şeyi güzelliğe çevirmek için ona yeterince uzun süre bakmak yeter.”
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder