23 Temmuz 2010 Cuma

marquis de sade




"yazar, devrimde tanır kendini. devrim çeker onu, çünkü yazının kendini tarihe dönüştürdüğü o zamandır devrim. 1793'te devrim ve terörle kusursuz bir biçimde özdeşleşmiş bir adam var. bir aristokrat, yaşadığı ortaçağ şatosunun mazgallarına bağlı, hoşgörülü biri, daha çok da utangaç ve dalkavukça kibar: yazıyor ama, yazmaktan başka birşey yapmıyor, ve özgürlük, onu bastille'den kurtarmışken, boş yere, bir kez daha oraya gönderiyor onu, bu durumu en iyi o anlıyor, özgürlüğün, en aptalca tutkuların siyasi gerçeğe dönüşebildiği, ortaya çıkma hakkını elde ettiği, yasa olduğu o zaman olduğunu anlıyor. Marquis de Sade, yazarın en yetkin örneğidir, yazarın tüm çelişkilerini barındırır. yalnızdır: insanların en yalnız olanıdır ve yine de heryerde görünür, önemli bir siyasi kişiliktir. Sürekli kapanır ve mutlak biçimde özgürdür, kuramcıdır ve mutlak özgürlüğün simgesidir. Uçsuz bucaksız bir yapıt kaleme alır ve bu yapıtın varlığından kimsenin haberi yoktur. Kimseler tanımaz onu , ama temsil ettiklerinin herkes için bir anlamı vardır. Yalnızca bir yazardır o ve tutku düzeyine çıkarılmış bir yaşamın, acımasızlığa ve çılgınlığa dönüşmüş tutkunun figürüdür. en benzersiz, en gizli ve en mahrem duygudan evrensel bir kesinleme çıkarır, kamu malı bir sözün gerçekliği, tarihe teslim edildiğinde, insanlık durumunun yasal bir açıklaması olur çıkar. son olarak da yadsımanın ta kendisidir: Yapıtı yalnızca yadsımanın işidir, deneyimi kudurgan, gözünü kan bürümüş, başkalarını yadsıyan, Tanrı'yı yadsıyan, doğayı yadsıyan bir yadsımanın devinimidir ve içinde durmaksızın dönüp durduğu bu çemberde, mutlak hükümdarlık olarak tadını çıkarır kendisinin."

(m. blanchot, "edebiyat ve ölüm hakkı- kitap-lık dergisi, sayı:66, "yazın ve terör"den alıntı)

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails