28 Ağustos 2010 Cumartesi

yazar odaları

Eamonn McCabe'nin objektifinden usulca bize seslenen yazar odaları...


rudyard kipling
"piposu ve mürekkepleriyle dünyayı keşfe çıkan bir garip adam, güneşi içeri sokmayan kalınca perdeler, siyah şömine ve olabildiğince sade."



roald dahl
"kağıtlar, makaslar, bıçaklar, işlevini yerine getiriyor olmaktan son derece mutlu ve dolu bir kül tablası, yeşil prizmalı bir halı, eski koltuk, hayaller dünyasının giriş kartı: fotoğraflar."



jane austen
"naiflik, insanı kendine imrendiren bir hüzün, minicik bir masa, yazılanların ağırlığıyla ters orantılı kuş tüyü kalem, ve insan'a açılan beyaz bir pencere."




virginia wolf
"kendine has bie sakin'lik, kilitleri kaybolmuş ufak çekmeceler, mor çiçekler, hasır sandalye, kendini aydınlatan bir kandil, renkli kağıtlar, küçük ayakları ısıtan küçük bir ısıtıcı."


j. g. ballard
"fotoğraflar ve kocaman bir tabloyla kaplı yeryüzünün unutulmuş köşesi, beyaz daktilo, daha iyisini yazabilirim diye bağıran çöp kovası, pencereden başlayarak tüm odayı esir alan sarmaşıklar."


26 Ağustos 2010 Perşembe

şimdi terk edin çadırımı / ayna ve tabut


"bir şair keşfetmekten güzel az şey tanıdım." diyor arda. izmir'e kalbinde bu kitapla ve yine beni benden alan bir kaç satırla gelmişti. aksak'ta oturuyorduk, içiyorduk, konuşuyorduk, okuyorduk, deliriyorduk. bu da böyle o günlerden kalma olsun.

ayna ve tabut

işte o zaman kendi kırbacıyla kardeş olacak herkes!

bütün bizler bir aynadan içeceğiz kendimizi
yalan kumaşıyla derlenecek derimiz
herkes alnında taşıdığı tabutla ünlenecek
düşmanını üzerinde deneyecek kindar olanlar!

işte o zaman elimin tersiyle bakacağım dünyaya

dilimdeki perdeye değdiğimde kılıcımın gövdesi
tenimden dökülen her vedâ tanrının ipliğini sökecek
bilinecek bende neyse tufan seste odur feryat
bilinecek ben gidersem çarmıhım burda kalacak!

işte o zaman kıyamet değil ben kopacağım!

veysi erdoğan, varlık şiir, 2008

19 Ağustos 2010 Perşembe

cronenberg'in son bombası: şark vaatleri


öncelikle ismine bayıldığım (şark vaatleri, ölürüm!) sonrasında izleyip kendine bayıldığım şiddet dozajı oldukça yüksek, dövmelerin kol, göğüs, bacak gezdiği londra'da geçen bir mafya filmi. sıradan bir mafya değil ama rus mafyası.

naomi watts londra'da bir hastanede ebedir. bir gün 16 yaşında bir kadın çocuğunu doğururken ellerinde ölür ve zavallı kızcağızdan geriye rusça yazılmış bir günlük kalır. naomi'de bu günlüğün peşine düşer. böylece mafyanın içine balıklama dalar.

evet, olmasaydı iyiymiş dediğimiz sahneler, cronenberg'e yakıştıramadığımız detaylar var. türk karakterlerin duygularını yanlış sözcüklerle ifade etmesi, (misal, berber azim'in sakin yerine sürekli durgun demesi) filmin sonuna yaklaştığımızda esaskız ve esasoğlanın mutlu bir olayın ardından patdanak öpüşmesi gibi.

bunların dışında viggo mortensen'in muhteşem aksanı, hali, tavrı, insanı ürküten donukluğu, naomi watts'ın gösterişten uzak oyunculuğu, vincent cassel'in o acınası, işe yaramaz hali cidden harikaydı. izlenesi, öpülesi, baş üstüne koyulası bir film.

12 Ağustos 2010 Perşembe

görünmez canavarlar




inanılmaz bir kitap (sanki dünyada hala şaşıracak birşey kalmış gibi), daha önce hiç böylesini okumadım (kitap okumaya cezmi ersöz'le başlarsan olacağı bu tabii), palahniuk ne muhteşem bir yazar ( eminim sana kıçıyla gülüyordur) diyenlerdenseniz siz bir hiçsiniz.

ulan adam sizi anlatmış ya hu, daha ne anlatsın. kimliksizlik diyor, televizyon bir tanrıdır diyor, gelecek ne zamandan beri bir vaat olmaktan çıkıp tehdit unsuru olmaya başladı diyor. siz de bunun karşılığında adamı tanrı yapıyorsunuz. bu ne yaman bir çelişki yarabbim! üstelik bir elinizde bu kitap, televizyonunuz son ses açık, üzerinizde indirimden aldığınız son moda kazağınız, paçası birazcık çamur olsa delireceğiniz pantolonunuz ve buram buram kokan chanel no:5'inizle üzgünüm ama hiç gerçekçi durmuyorsunuz.

herkes sevdi mi yani bu kitabı. kimin eleştirisi, neyin dalgası o zaman bu kitap. madem ki hepimiz palahnuik gibi düşünüyoruz niye dünya daha yaşanılası bir yer değil o zaman.

ben sevmedim, beni anlatmış. marka düşkünlüğümü, kırmızı ojelerim olmadan kendimi çıplak gibi hissettiğimi, televizyondan gözümü alamayışlarımı ve umutsuz dünyamı anlatmış. yok yok sevmedim ben.

üzgünüm anne. üzgünüm tanrım.

11 Ağustos 2010 Çarşamba

little ashes: karmakarışık bir hikaye


bu film şunu söylüyor:

lorca ve dali akıllarını düzüşmekle bozmuş, birinci sınıf birer ayyaştılar!

dali, lorca'yla yaşadığı umutsuzluğa endeksli aşk kaçamağını unutmak ve para kazanmak için paris'e gitti. lorca ise dali'yi unutmak, kendinden kaçmak, arzularını bastırmak için hiç durmadan yazdı. buñuel'e gelirsek diye bir cümle kurmayı çok isterdim ama yapamıyorum. endülüs köpeği'nin sahibi o dev şahsiyet, filmde bir dali'nin bir lorca'nın çekim alanına giren homofobik bir tenis topundan öteye gidemiyor.

dali'yi beyazperdede resmetmek, onu andıran birine bıyık takmak, elini yüzünü yağlı boyaya batırmak, gözlerine "deli" bakışı oturtmak değilmiş demek ki. üstelik yapılanlar, dali'yi "limit yok" prensibini uygulayan avangard sanatçı havasından çok, kontrolsüz bir deliye dönüştürmüş. ve bence ortak kanı şu ki, dali, deli değildi. tüm dünyaya yetecek aklını kullanmayı reddetti, o kadar.

ve lorca. özgür ispanya için ölümü göze aldığında aklında hala dali mi vardı?! ben buna inanmak istemeyenlerdenim. üstelik dali, öğrencilik zamanında yaşanan bunca hadiseyi ve hatta lorca'yla tanıştığını bile uzun zaman reddetti.

tüm bunlar amerikan kadrajından yansıdığında ortada dali, lorca ya da buñuel kalmıyor. herhangi bir adamın, herhangi bir bedene duyduğu bastırılamaz arzular, basit duygusallık zırvaları.

deli bir ressam, aşık bir yazardan daha fazlası etmeliydi little ashes. olmamış ama canımız sağolsun. biz umut etmeye devam edelim. usta ellerde bu hikaye tekrar canlandırılsın diye.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

"yaktığımdan daha büyük ateşlerde yandım..."


ateşler, m. yourcenar'ın deyişiyle bir aşk şiirleri derlemesi ya da belli bir aşk mefhumuyla birbirine bağlanmış bir dizi lirik düzyazı.
bazı kitapları okumak cesaret işidir. okumakla kalmaz, sünger gibi içinize çekersiniz onları. ateşler'de tıpkı öyle. içinize işleyen ve hatta içiniz olan kitaplardan.

siz kitabı okumaya başlamadan önce, bir kaç derin nefes egzersizi yapın, şöööyle bir sayfaları karıştırın, baktınız gözünüze çarpanlar kalbe ağır gelmiyor, başlayın. zira yourcenar'ın ilk cümlesi şu: umarım bu kitap hiç okunmaz.


"aramızda aşktan daha büyük bir şey var: suçortaklığı."

"yalnızlık... onların inandığı gibi inanmıyorum, onların yaşadığı gibi yaşamıyorum, onların sevdiği gibi sevmiyorum... onların öldüğü gibi öleceğim."

"alkol ayıltıyor. birkaç yudum konyaktan sonra, artık seni düşünmüyorum."

"anne olur: vicdan azabı doğurur gibi doğurur çocuklarını."

"korkacak bir şey kalmadı. dibe vurdum. senin kalbinden daha aşağıya düşemem."

"ne kadar değişsem de talihim değişmiyor. her şekil bir çemberin içine yerleştirilebilir."

"çocuk bir rehinedir. hayat bizi elinde tutar.
aynı şey bir köpek, bir panter veya ağustosböceği için de geçerli. leda şöyle demiş: bir kuğu aldığımdan beri intihar etmekte özgür değilim artık."

"artık kendini feda etmemek, hâlâ kendini feda etmektir. fedakarlığını feda etmektir."

"iğrenç bir umut var hâlâ içimde. kendime rağmen, içgüdününsürekliliğinin tökezlemelerine bel bağlıyorum; bu da, yüreğin yordamında, dalgınlıkla isimleri, kapıları şaşırmakla eşdeğer. dehşet içinde sana, camille'in ihanetine uğramanı, claude'un yanında başarısız olmanı, seni hippolytos'tan uzaklaştıracak bir rezalet olmasını diliyorum. herhangi bir ayak sürçmesi seni vücudumun üzerine düşürebilir."

"aşk bir cezadır. yalnız kalmayı beceremediğimiz için cezalandırılıyoruz."

"delinin suçu, kendini tercih etmesidir. bu tercihi; öldürenlerde tiksinti verici, sevenlerde ise dehşet verici buluyorum. sevilen varlık, bu cimrilerin gözünde parmaklarıyla sıkıca kavradıkları bir altın paradan farksız. bir tanrı yalnızca, bir şey... seni bir nesne haline getirmeyi kabul etmiyorum, bu sevilen nesne olsa bile... "

"hiçbir şeyden korkmamak mı? senden korkuyorum."

"mutlu olmak ne tatsız olurdu!"

"insan, hayatındaki her büyük olay karşısında bakirdir. acımla nasıl başa çıkacağımı bilmemekten korkuyorum. "


"hayatımdan dolayı kimseyi suçlamasınlar."

"yaktığımdan daha büyük ateşlerde yandım... yorgun bir hayvanım, alevden bir kırbaç böğrüme iniyor. şairlerin metaforlarının asıl anlamını buldum. her gece kendi kanımın yangınında uyanıyorum."

ateşler, m. yourcenar, metis 1997

düzgün yürümek için başımızın üzerinde taşıdığımız kitaplar

stavrogin'den,

1. karamazov kardeşler / dostoyevski
2. cuma ya da pasifik arafı / michel tournier
3. saatleri ayarlama enstitüsü / a. hamdi tanpınar
4. dava / franz kafka
5. kızılağaçlar kralı / michel tournier


nosta'dan,

1. onca yoksulluk varken / romain gary
2. iklimler / andre maurois
3. huzur / a. hamdi tanpınar
4. kara kitap / orhan pamuk
5. kör baykuş / sadık hidayet

5 Ağustos 2010 Perşembe

"aklıma yeni bir fikir geldi.." hüznü



tanışmalar, yakınlaşmalar, birer içki içmeler, aynı yatağı paylaşmalar, ağlamalar, terk edilmeler, pişman olmalar, beklemeler, yalnızlık nöbetleri, ölümden korkmalar, iz bırakma çabaları ve sürekli olarak geri dönmeler..

caden cotard, new york'ta karısı ve minik kızıyla dışarıdan mükemmel görünümlü, içeridense "hastalıklı" düzeyde sıkıntılı bir yaşam sürmektedir. mecburen devam eden bir evlilik, karşılıklı yaşanan hayal kırıkları, sahnelediği yeni oyunun beklentileri karşılayıp karşılayamayacağı filan derken karısının resim sergisinin açılışı dolayısıyla iş gezisine çıkması ile filmimiz başlar. yani perde açılır! (filmi seyrettiğinizde ne kastettiğimi anlayacaksınız.)

filmin benim için en can alıcı / yakıcı kısmı:

"her şey senin düşündüğünden daha karmaşık. doğru olanın sadece 10�'da 1�'ini görüyorsun. verdiğin her karardan etkilenecek milyonlarca şey var. her seçim yaptığında hayatını mahvedebilirsin. ama belki aradan 20 yıl geçer. ve sen asla ama asla neden böyle olduğunu anlamayabilirsin. ve doğru işi yapmak için yalnızca tek şansın vardır. sadece dene ve boşanmanın nedenini bulmaya çalış. ve kader diye bir şeyin olmadığını söylerler. herkes kendi kaderini belirler ve dünya ne kadar uzun devam ederse etsin sen sadece saniyelik zaman dilimi için buradasın. zamanın büyük kısmı ölüyken ya da doğmamışken harcanır. ama yaşamak varken sen gelip birinin her şeyi düzeltmesini bekliyorsun. bir telefon için, bir mektup için ya da bir bakış için yıllarını harcıyorsun. ve gelecek, gelecek gibi görünmesine rağmen asla gelmiyor. sonuçta zamanını hayal meyal bir pişmanlık ya da gerçekleşmesi imkansız bir umut ile geçiriyorsun. sana bağlılık hissettiren bir şey. kendini bir bütün gibi hissetmeni sağlayan şey. sevildiğini hissetmeni sağlayan bir şey. gerçek şu ki çok kızgınım. ve gerçek şu ki lanet olsun çok mutsuzum. ve gerçek şu ki çok yalnız kaldım ve çok uzun süre çok acı çektim. ve yalnız kaldıkça bütün bu süreç zarfında iyiymişim gibi davrandım. nedenini bilmiyorum. belki herkes kendi dertleriyle ilgilenirken benim zavallılığımı duymak istemediği için. pekala, herkesin a.ına koyayım. amen..."

nosta, warehouse'dan bildirdi. başarabilirseniz, iyi seyirler.

4 Ağustos 2010 Çarşamba

kendi kendinin kahramanı: jeanette winterson

yazar, düşünür, çizer, feminist, komik, asi, kızgın, aşık. bir kadın bunların tümü olabilir mi? evet olur. adı da jeanette winterson olur. dünyaya karşı sımsıkı ayakta durur. heyt bee!

- vişnenin cinsiyeti'nden-

"herkes bilir ki dünya kandan ve taştan olumuş, başı sonu belli bir yerdir ve dümdüzdür."

"gövdem günahkar değilse bile, kafam günahkar. aşkın sesini tanıyorum, çünkü duvarın öte yanından duydum."

"bir kere aşık oldum, aşk dedikleri şey bizi doğruca cennetin kapılarına götüren, aynı anda o kapıların sonsuza dek kapalı olduğunu gösteren zulümmüş meğer."

"hiçbir tutar yanı olmayan bu hayaller nerden gelip yerleşir insanın kafasına?"

"bir vakitler uçmayı bilmiş olan düşmüş yaratıklar olduğumuza inanır o. der ki, içimizde bir ateş yanmaktadır ve bu ateş bizi her an eritebilir. yoksa, birdenbire ortadan kaybolan onca insan nasıl açıklanabilir?"

"üstüne bir insan ayağı değdi diye ayın büyüsünün yok olduğunu söyleyenler var."

"insanlar her şeye inanır.
galiba doğru olandan başka her şeye."

-tek meyve portakal değildir'den-

"kelimelere güvenebilirsin, anlayana kadar onlara bakabilirsin, insanlar gibi bir cümlenin ortalık yerinde değişmezler, onun için de bir yalanı fark etmek daha kolay olur."

"mahşer günü değildi, sadece başka bir sabahtı.

"hainliğin farklı türleri vardır, ama ihanet nerede karşınıza çıkarsa çıksın, ihanettir."

"... vahşi olan ve beni ölüme kadar sevecek ve aşkın ölüm kadar güçlü olduğuna inanacak ve ebediyen benim tarafımda bulunacak birini istiyorum. beni mahvedecek ve benim tarafımdan mahvedilecek birini istiyorum. sevgi ve muhabbetin birçok biçimi var, bazı insanlar birbirlerinin adını bilmeden bütün hayatlarını birlikte geçirebilirler. ad vermek zor ve zaman alan bir süreçtir; özlerle ilgilidir, güç demektir. ama vahşi gecelerde sizi eve kim çağırabilir?sadece adınızı bilen kişi.

romantik aşk cep kitabı biçiminde sulandırıldı ve binlerce ve milyonlarca sattı. bir yerlerde hala özgün halinde, taş tabletlere yazılı. denizlerigeçerdim ve güneş çarpmasına tahammül ederdim, sahip olduğum her şeyi verirdim ama bir erkek için değil, çünkü onlar mahveden olmak istiyor, asla mahvedilen değil. bu yüzden de romantik aşka uygun değiller. istisnalar var ve umarım mutludurlar."
Related Posts with Thumbnails