“Herhangi bir hareketi düzenli aralıklarla parçalara bölerek bunların resimlerini belirleme ve sonra bunları gösterici yardımıyla karanlık bir yerde, bir ekran veya perde üzerinde yansıtarak hareketi yeniden oluşturma işi.” diyor tdk “sinema” için.
Yani bu bir “iş”miş, bundan para kazanılırmış, bir ekrana yansıtılarak yeni yeni görüntüler elde edilirmiş. Oysa ben Arizona Dream’ı böyle izlememiştim, Grace sadece senaryodan ibaret bir kimse olamaz. Anna ve Otto’nun aşkı yaşanmadan yazılmış, Lynch sırf paraya ihtiyacı olduğundan sinemaya adım atmış, Almodovar ruhsuz dünyasını renklendirmek için film işine girişmiş olamaz. Hayır, hayır, onca kötülüğüne rağmen yine de dünya bu kadar “küçük” değil gözümde.
Gerçeklikle aram hiçbir zaman “iyi” olmadı. Yani demem o ki, bence kral hala çok şık giysiler içinde. Gerçek ile yalan arasındaki ayrımı yapamıyor ve hatta bu ayrımı yapmaktan delicesine kaçınıyor olmamdan mütevellit, sinema –mış gibi yapanlardan ziyade, “gerçek”in ta kendisi benim için. Bana ballı ballı acılar çektiren, o muhteşem “vaaauuuv”ları boğazımdan söker gibi çıkartan bir hayat öpcüğü.
İşte tüm samimiyetleriyle ruhuma nefes üfleyen o filmler;
1. Arizona Dream (Adamasmacadeğilkendiniasmacaoynayangrace)
2. The Fall (Hikayelerle yaşamak denen bi'şey var, inanmayana kanıt diye bu filmi 14 kez seyrettiririm)
3. 500 Days Of Summer (Aşkla geçen 500 gün mü, aşksız geçen bir ömür mü?)
4. Dream With The Wishes (Düşleri de balıkları da seviyorum, bak izle sen de anlayacaksın ne demek istediğimi)
5. Mary And Max (Meyankökü kokan, mektup kokan, hüzün kokan bir animasyondan çok daha fazlası var sen de. hayat diyor bazıları.)
6. Mr. Nobody (Seçilen her yol doğru yoldur, yaşanılanlar bambaşka bir şekilde vuku bulabilirdi ancak öyle olsa da aynı mana ve değeri taşırdı, diyen, hani o "başka" filmlerden.)
bu satırları okuyan göz! sen de seyret bunları, daha fazlasını seyret, bana da söyle! birlikte izleyelim bu filmleri. ve dünya daha yaşanılır olsun ikimiz içinde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder